sorular

bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur. 19.07.2008

—Ve kalbin bâtınına başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü, bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur.
Burdaki manayı acıklar mısınız? Ben bunu gayr-ı meşru ilişkiler icin sormuyorum, bilhassa helaline yönelik muhabbetlerde de batın-ı kalbe girme ihtimali var mı? Birini severken onu batında mı zahirde mi seviyorum nasıl anlarız?
Rabbbime ,zahirde mi batın-ı kalptemi yer veriyorum nasıl anlarım? (19.07.2008)

Bu konu kalbi olanların sorabileceği ve kesinlikle kalbi olanların cevaplayabileceği konu. Ehl-i Kalp zatlar arayınız öncelikle… Dinlenenleri okunanları naklet derseniz….

Son cümleye yoğunlaşır insan genellikle, öyle oldu, bir söz var:
Allah katındaki değerini anlamak istersen Allahın senin katındaki değerine bakmalısın.

Bunu anlamanın tam platformu sanırım namaz ve sonrası tefekkür hali olabilir teheccüdlerde seherlerde… Bu vakitlerde günlük raporların verilmesi durumunda ortaya çıkabilir. Burada seni unuttum burada şuna daldım diye gündem maddelerini sıralarken anlaşılabilir ne kadar dünya varlığı olmuşuz gün boyu ne kadar ruh insanı olmuşuz… Ne kadar “Ben!” diyerek adım atmışız ne kadar “O!” diyerek!….

Kopuk kopuk gelen cümleleri siz birleştirin artık…

Kalp işleri matematikle dillendirilemez. Şöyle yapanın kalp durumu şöyle şunu sevenin kalp derecesi böyle diye bir mezrolu ölçüm elbet gerçekleştirilemez. Kaldı ki Allaha giden yollar mahlukatın solukları adedince olduğu gibi, uzaya doğru sarmaşık gibi yükselen kalp pramidinin binler basamğında sayılamayacak oranda kalp dereceleri de olabilir. Seradan süreyyaya, Nebiler Nebisinden; cennete, cehennem sonrası en son girecek insanın kalp hayatına kadar…. Her Müslüman Allahı sever herkesin Allahı sevmesi elbet farklı olabilir dünyaya sevdiği şeylere varlıklara bakışı da… Kimi eşini sever farzlarını yapar haramlardan kaçar eşiyle işiyle evinde yaşar.. Bir başkası iki üç ay eşinin yanına gelemez çünkü uzak diyarlarda insanlık için dayanılması zor şartlarda hizmetler yapıyordur… İkisi de Allah için eşini sevmektedir ama biri ehemi mühime tercih etmekte farzlar ötesi farzı ön plana çıkarmaktadır. Helal kazansa da işim bozulmasın diye uzaklara gitmeyi göze alamayanla, işyerlerinin anahtarını insanlığa hizmete uzatan insanların zahir batın terazisinde durumları aynı olabilir mi? Büyüğümüzün sözüyle: Herkes inandığı oranda verir!…

Bir diğer husus teklifi malayutak yoktur. Sahabe aklımızdan geçenden de sorumlu mu olacağız diye ağlarken gücünüz yettiği kadar Allahdan korkun ayeti gelmişti. Bu sebeple insan sadece zahir veya batın sevgi konularıyla tedirgin etmemeli kendini suçlarcasına sürekli örselememeli duygularını düşüncelerini, Endişe hep etmeli hayatının sonuna kadar ama daima da ümitle bunu dengelemeli; kulum beni nasıl zannederse öyle muamele ederim kudsi sözünü hatırlamalı.

Ve çok önemli bir ölçü… eğer mutlaka bir ölçü istiyorsanız… Hani Onu ne kadar sevdiğinize bakın O’nun tarafından ne kadar sevildiğinizi anlamak istiyorsanız sözünün yanında… Allahın sevdiği insanlarla beraber olmanıza onlarla beraber aynı ruhta buluşmanıza coşmanıza kanatlanmanıza birlikte önden giden atlılar gibi koşturmanıza da bakabilirsiniz doğrusu…

Kurannuru wordpress sayfasına eklenen üç dize:

Seni ben gibi sevebilsem
Seni benden çok sevebilsem
Seni bensiz bir sevebilsem.

Bensizlikte O’nu bulmak… Esas mesele bu!..
Ama O’nu bulmakta da Ben’i kullanmak ikinci mesele de bu!

İnsan ilah değil ama ilahi nefha ile oluşur; ayette belirtildiği gibi Adem yaratıldı Allah ruhundan nefhetti.
Müteşabih kelam başka ayette Allahın eli veya yüzü denmesi gibi… Allahın kudreti nusreti yardımı yani… Kendi ruhumuzu bilemiyoruz kalbimizi anlayamıyoruz katmanları fark edemiyoruz derinliklere inemiyoruz… Beden ceset duvarlarını aşmak gerekiyor; ibadetle zikirle oruçla nafilelerle tesbihle hak yolunda biteviye hizmetlerle… Kendi ruhumuza ulaşamıyoruz bu engellerden; O’nu nasıl bilelim!.. Ama bu bilinmezlik içinde bilinmez bu ruh yolculuğu ile o bilinmezlikleri geçerek bilir hale geliyor demek ki kalbin ve ruhun hayatıyla insan…

Hak dostu Kabe yanında uzun zamandır görmediği evlat hasretiyle az hüzünlenince bir ses işitir: Bir kalpte iki mahbub olmaz… Aramıza giren bu canı al Allahım der ve evladının vefatı haberi gelir. Subektif bir olay gibi görünebilir tabi.

Anahtar kelime “Ayine-i Samed” gibi geliyor…

İnsan Allah’ın güzel isimlerini yansıtan en güzel bir aynadır. Meleklerden öte sıfatların karşısında camiliği vardır. Yani mesela melek hasta olmaz aç kalmaz çoğalmaz. İnsan sadece bu üç yönüyle nice isim ve sıfatları kendinde toplayıverir.

Oruç konusunda da bu “Samediyet!” kavramı geçer ve gömlekten söz edilir. Oruçla insan zahiri dünyada olmasına rağmen beden kalıbıyla kuşatılmış olmasnı rağmen ruh insanı kesilir. Zahir içinde batınlalşır. Melek kesilir. Yemez içmez cinsellik bilmez. Durumuna eğitimine derecesine göre dilinden tesbih düşmez. İftar vakti aldığı hal ile bu yemekler de ne oluyor bu ağız ne ne işe yarıyor bu dil mide diye hissedebilir.

İnsanın maddeden soyutlanmış saf ruh hali olabilir. Aynanın iki yönü gibi. Şeffaf berrak pak temiz olduğu gibi güzellikleri yansıtan yönü… Ki İnsan hadis değil büyüklerden bir söz diye bilinen “Allah Ademi Rahman süretinde yarattı” sözünün anlamı burada tezahür eder. Bir de aynanın kirli maddeye eşyaya bakan kara yüzü var, güzellikleri yansıtmak şöyle dursun karartır da…

Bu arada halkın içinde Hak ile beraber olmayı düşünün. Efendimizin Miraç yolculuğunda gözünün şaşırmamasına ve onca müşahedelere rağmen halkın içine madde dünyasına dönüşünü değerlendirin. Zahir batın iç içe girmiş görürsünüz. Zahiri zahirle bütünleşme değil inkar da değil, zahirde batından kopmama zahiri de adeta batinileştirme gibi bir durum.

Her şeyde O’na ait mühürleri tezahürleri tecellileri görme,
O’nda fani olma,
Her yerde O’na bakma,
Her şeye O’nunla bakma,
O’ndan başka her şeyden geçme kendini silme…

Bir başka pencere açılırsa önünüze şöyle bakabilirsiniz. “Gayretullah!” vardır.
Mecburen beşeri bir misal verilirse; insanın eşini evini arabasını eserlerini dünyalıklarını vs… derecesine göre kıskanması gibi… Kalbimizin sahibi vardır veriliş amacı da… Esas Sahibi bellidir. Hakiki aşk O’na olmalı. Her konuda he rvarlıkla ilgili meselede. Biz faniyiz kıskandıklarımız da fani. Onlar sevilmeye bağlanmaya layık değil. Kalbin hakiki Sahibi de kendine tevcih edilmesi gereken kalbin kendinden başkalarına çevrilmesi karşısında böyle bir durumdan söz edilebilir. Gayretullaha dokunabilir.

Kalbin batını nihai hedefi gösteriyor esas sahibine her konuda yönelmenin gerekliliğini
Kalbin zahiri de O’nun hesabına sevilmesi gereken “Masiva” yı….

Allahın kalplere nazar etmesi konusunu da bu çerçevede alabilirsiniz. Hani sesli bir klip vardı. Evine Allah Rasulü misafir olarak gelecek olsa evine çeki düzen vermez misin? Aman şunu şunu görmesin diye bazı eşyanı saklamak istemez misin? Diye… Bir misafir geleceği zaman nasıl temizlik yapılır. Ona layık olsun memnun kalsın denir.
Her an kalbimize nazar eden….
Nazar edeceği bir kalp bize veren… Rabbimizin gelmesine nazarına hoşnutluğuna uygun bir kalp düzenlemesi gerekmez mi?

Vicdan yalan söylemez sözünü duymuşsunuzdur. Siz kalbinizin o derin noktalarındaki vicdan gözünüzle kendinize bakınız tartınız. Ben Allahın nazarında güzel bir kul olarak hangi durumumla kendi kalbime misafir gelmekten hoşlanırım ya da hoşlanmam deyiniz… Cevap ortaya çıkmış olur.

Başta yazdığımız cümleyi kopyalayıp yapıştırıyoruz buraya. İsterseniz sadece baştaki o veya sondaki bu cümle ile hareket ediniz.. En salim olanı bu olabilir çünkü…

Hz.Musa sığır kurbanı olayı
Farzları yapmak haramları terk etmek yeter mi
Niyet iç düşünce ile davranışların değişmesi anlam-sevap kazanması
10.07.2008

—abı maille gönderemiyorum ben buraya yazayım siz de maille cevaplayın olur mu?

olabilir tabi

S-1) Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da “ayol sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?” dediler. Musa da: “Böyle cahillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım.” dedi.
Musa, “Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır”. Onlar da: “İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun.” dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.

buraya kadar olan ayette ne gıbı dersler cıkarabılrız anladıklaımı yazmıorum
——————————————————————————————-

Bilebildiğim kadarıyla, tefsir bakmalı mutlaka, Yahudilerin Hz.Musa’ya karşı bir düzine muhalefetlerinden bir tanesidir bu. Öncelikle Allah’dan bir sığır boğazlamaları emri gelir. Sıradan bir sığır boğazlamakla bu yükümlülükten kurtulmaları mümkün iken onlar olayı hafife alarak istihza ederek sor rabbine anlamadık nasıl bir sığır bu? Şeklinde birkaç kez sorular sormuşlar her gelen vahiyde de sığır özellikleri sıralandıkça az bulunur bir sığır haline dönüşmüş; o kadar ki adeta yeryüzünde bir tek örneği bulunan bir sığırı kurban etmekle mükellef olmuşlar ve mukabilinde ceza onları bekliyormuş. Bulmuşlar kurtulmuşlur.

Benzer dersi Efendimiz Aleyhissalatü vesselam da verir. Esku kavimleri çok soru sormaları helak etmiştir der. Bu tabi ki bir başka hadiste gördüğümüz; Ne mutlu Ensar kadınlarına ki hayaları soru sormalarına dinlerini öğrenmelerine engel olmuyor gibi hadislerle dengeli bir anlam sunar bize. Bizi doğrudan ilgilendirmeyen dünyamıza veya ukbamıza yararlı olmayacak insanı lafazancı laklakçı yapacak boş sohbetlerden uzak kalma dersi de var tabi bize.

Bahsi geçen konuda öncelikle ubudiyetin daisi emri ilahidir gerçeğini hissediyoruz. O İsmailler boğazlanacak deseydi boğazlanırdı, onun yerine şu kurban boğazlanacak dediyse o boğazlanır. Kimilerince gerip gelebilen taşa taş terlik atarak şeytan taşlama Nebiler Nebisi tarafından yapılmışsa biz mantık!!! Demeden ona uyarız. Ubudiyet deriz bu. Faydaları da ukbada verilecek deriz. Ama hikmetleri de bahse konu edebiliriz.

Çoku soru aynı zamanda yapılabilecek bir konuyu yapılamaz hale sokmuş olur. Özellikle insanların gizli hallerini öğrenme adına durmadan sorup soruşturma, özel durumları araştırma, hoşlanmayacağımız şeylerin karşımıza çıkmasına veya karşımızdakini kırmaya yol açabilir.
—————————————————–

S-2) Şu kısa tarîkın evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır. (26.söz zyl)
Sadakat yukardaki maddelerin yerine getirilmesi ile kazanılabilir mi?Yani lahikalarda veya sair risalelerde bahsedilen talebe has erkan gibi dairelerin kendine has hususiyetleri değil de yukarıdaki şartların yerine getirilmesi Nur Tarikinde olmaya yeterli midir?

Günahları terk eden farzları hakkıyla yerine getiren ehli tesbih kişiler kuşkusuz bunun cevabını verebilir, bizler lafü güzaf eder dururuz. Dinlediğim bir yerde bu konuda şu değerlendirme çok hoş zannederim, onu nakletmekle yetineyim. Bir genel velilik vardır bir özel. Bir genel takva vardır bir özel. Bir genel sıddıkiyet vardır bir de özel. Bunun gibi Genel anlamda Risalei Nur dairesinde olma vardır bir de daire daire zirvelere doğru saflaşan haslaşan daireler…
Kebairi terk feraizi ifa bir saatlik günlük namaz gibi ölçüler objektif her inanan insana, hatta inanmamış Müslüman olmak isteyen insanlara sunulabilecek ilk adım genel tanımlamalardır. Hel min mezidin zirvesi yoktur. Nebi onu miraclaştırmış o miracı derlemiş bohçalamış dürmüş adeta bize de onun numunesi olarak namazı getirmiştir. Kalbin hayatını yaşadığı oranda insan bu genel kulluk genel nur talebeliği gibi kavramları aşarak has tanımlamalar dairelerinden geçebilir.
Sonuç olarak genel anlamda nur talebeli olmak muhib olmak talebe olmak var tabi erkan haline gelmek de…
Ne var ki her rütbenin kendine has sorumluluklarının olduğu da bir vakıadır. Yine büyüğümüzün verdiği bir güzel örnek vardır. Selimiye camisine bir çobanın bakmasıyla bir mühendisin bakması nasıl farklıysa burada ruh hayatını geliştirenin katedeceği mertebe ve orada alacağı lezzetler de farklı olacaktır.

Kuranda bir ayet de inananları üç kategoride ele alır
1-Cürüm işleyen Müslümanlar
2-Muktesıd-ortada olanlar (farzları yapma haramları terk etme gibi temel şartların ifası)
3-Hayra kitlenenler… Koşmada fedakarlıkta çilede gözyaşında ibadette tesbihatta vs hep önlerde koşturanlar… (…Onlardan kimi kendine yazık eder, kimi orta davranır, kimi de, Allah’ın izniyle, iyiliklere koşar. İşte büyük lütuf budur. 35/32)

Herkesin ve kendimizin gerçek durumunu Rabbimiz bildiğine göre bize düşen elimizden geldiğince sözünü ettiklerinizi fazlasıyla yapmaya çalışmak…
Bir başka konuda bunu beşeri anlamda bir mezrosu yok yani ehli keşif keramet olmak maharet değil zaman hizmet zamanı, kapalı kutu veliliğinden söz edilir. Yunus gibi…

Bu arada son herkül.org sohbetlerini dinlerseniz gerçek cevapları orada bulabilirsiniz
————————————————————————————

S-3) Nasıl ki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fitri ahvalin ölümüdür. Mesela: Tevazua niyet onu ifsad eder, tekebbüre niyet onu izale eder, feraha niyet onu uçurur, gam ve kedere niyet onu tahfif eder.
—Ve hakeza kıyas et..acıklarmısınz ??

Çok hoş cümle bulmuşsunuz. İlk kez karşılaşıyorum sağolun. Sığ dağarcıkla algılayabildiğimiz şudur:

Birinci olarak. Ameller niyetlere göredir. İyi niyetle o nötr olan yani günah veya sevap olmaya hazır durumda bulunan işlenmemiş ham madde durumundaki eylem iyi niyetimizle sevaba kötü niyetimizle günaha dönüşebilir.

Kötü niyet açıklanmalı. Kimse namaz kılayım kötülük olsun demez elbet. Kötü niyet karşıdan bile belli olabilir. Ama şeytanın sağdan gelen tokadı vardır az içine kendini beğenme hissi gelebilir veya yaptığı güzel bir hizmeti arkadaşlarının alkışlamasından hoşlanır, kuran okur sesli tonlu mırıldanarak farkında değildir sesini az sonra edeceği sohbet için akord ediyordur… gibi ince iç kontrolü ile insan haktan görünen niyetlerinde bile bir şeytan parmağının nefsin arzusunun enaniyet dahlinin olup olmadığına dikkat etmeli… Hani Yavuz gibi İstanbula gece girermiş içime zafer gururu gelmesin diye. Biz yazıp duruyoruz, dönüyor cümleleri düzenliyor imla duyarlılığı gösteriyoruz. Büyüklerimiz tumturaklı söz yazdı diye yırtıp atarmış namelerini…

İkinci olarak. Cümlelerde esas vurgulanmak istenen şey fark edileceği gibi… Fıtrattan söz ediliyor. İlk fıtrat v ar yaratılıştan gelen saf temiz. Bir de ikinci fıtrat var bu da bu temiz saf fıtratı bozmadan koruyarak geliştirerek ikinci olumlu güzel fıtratı yerleştirmek Salih daire oluşturup öyle aynı ritimde ve geliştirerek hayatı bitirmek. Bir de o saf fıtratı bozup ikinci fıtratı bozuk halde oluşturmak var. Canavarlık olarak veya günahkarlık olarak gibi…

Şimdi topraktan geldik, bir damla sudan geldik, fakir geldik… herkes bunu bilir. Ve ölüm var her sahip olduğunu bırakacaktın corabına gözlerine kadar hepsini toprak geri alacak.. O zaman senin neyin var ki neyinle çalım atabilir böbürlenebilir büyüklenebilirsin ki… Hiçbir şeyinle!… O zaman TEVAZU senin asıl fıtratın zaten… Doğuştan öyle doğal davranmalı her insan. Senden bu sudur edecek doğal olarak akıp gelecektir dökülecektir tavırlarından… Bunun için NİYETE BİLE GEREK YOK!… Doğal ol fıtri ol fıtratını konuştur yeter tevazu için zorlanmaya tekeffüllere irmeye eğilip bükülmeye hatta estagfirullah çekmeye de gerek yok… (estağfirullah çekiyoruz… kendime söyliim bunu… çekiyoruz acaba sonradan hangi iç duygularla bu estağfirullah dediğimizi ince eleyip sık dokuyarak analiz edebiliyor muyuz? Kimbilir beki de bir yatırım olsun diye nesin derin mırıltıları etkisinde “Estağfirullah efendim Teveccühünüz!” diyerek ayrı mesela övülmemiz karşısında bir gizli süm’a riya kendini beğenmişlik sergileyiveriyoruz… Çünkü medhedilince ağlamıyoruz gülüyoruz… Ya şeytanı da güldürüyorsak!… E ağlamak da öyle…. Ağlıyoruz da acaba hangi katmandan hangi duygularla bu damlalar zorlanarak yerlerinden sökülüp dışarıya kolayca boşaltılıyor.

Fıtrı hal nedir? Dünyaya Bedene ve nefsaniliğe hiç bulaşmamış saf ruhani halimiz olabilir.

Dünya içinde bu beden içinde ve çevremizde davetkar nefsanilikler karşısında evet bu ruhani iç fıtri hali korumak: İŞTE KULLUK BU!

Ve biz bu bulaşmışlık halimizle oluşan duygularımızın düşüncelerimizin hazlarımızın hayallerimizin etkisiyle o saf yapmacıksız doğal halimizi yitirebiliyoruz

Burada ciddi bir niyet kontrolü otokontrolü saf fıtri niyete dönüş dersi veriliyor gibi

Üçüncü olarak. Konunun psikolojik bir yanı var sanki.. Bir ruh halinin tasviri analizi var gibi. İlahiyatçı Psikiyatristler psikologlar kimbilir neler anlardı bu cümlelerden.

Bugün nlp kişisel gelişim gibi güncel konularda çok vurgulanan eğitimcilerin pedagogların üzerinde durduğu bir düşünce ve duygu yönetimi değerlendirmesi anlaşılabilir buradan. Patern değiştirme kavramı var. İçinde bulunduğunuz bir durumdan başka bir duruma geçiveriyorsunuz iradenizi düşüncenizi duygularınızı hatta beden dilinizi kullanarak. Bir nevi niyet oluşturuyor iç tutum sergiliyor kendi kendinize bir telkin bir bilinçaltı eğitimi uyguluyorsunuz. Okuduklarınızın etkilendiğiniz şahsiyetlerin arkadaşlarınızın ailenizin sevdalınızın içinde bulunduğunuz cemaat veya kitlenin bu halinizi oluşturmada katkısı da oluyor şüphesiz.

Mesela siz oturuyorsunuz.Fıtri bir halinizdir bu. Düşünüyor iradenizi kullanıyor varsa dış etkenleri değerlendiriyor ve kalkmaya karar veriyorsunuz, oturma fıtri haliniz değişiyor yok oluyor yeni bir fıtri hal kazanıyorsunuz. Öfkeliyken tebessüm etme uzanma kalkıp dolaşma gibi…

Savaş ortamında buyurun tevazu gösterin. Ya da herkesin el açıp dualar ederken gözyaşı dökerken ayağa kalkıp iki büklüm olmuş insanların başlarına basın büyüklenin… Moraliniz bozuk iken omuzlarınız kaldırın başınızı da… göğsünüzü şişirin bir heyyyt çekin ne değişir? Tam düğün ortasında ellerinizi dizlerinize vurmaya ağıtlar yakmaya başlayın…

Bu sıralananları ters durumlarıyla da düşünün…

Ve şu cümleye bağlayın imanı insanı insan eder kainata sultan eder. İman ışığı ile bakan bütün mahlukatı dost ve ahbab ölümü sonsuzluk saraylarına götüren bir koridor olarak görür. Güzel görür güzel düşünür hayatından lezzet alır.

Allaha İman niyeti ışık olur bütün eşya ve hadiselere gerçek anlamını yükler. Allah namına bakmak Allah namına bakmak alıp vermek yaşamak… İşte bu niyetle her amel saf fıtri orijinal Hakka layık halini alır veya saf halini korur. Ve insanın psikolojisi hayata bakışı mutluluğu mutsuzluğu da buna paralel olarak olumlu veya olumsuz yönde biçimlenir…

KUL HAKKI 26.06.2007

-Üzerinde kul hakkı ile ölen kimse, Cennete giremez mi?
—KUL HAKKI
Allah’ın Hakları: Akıl ve irademizi kullanarak, Allah’a iman etmek ve O’nu tanımak. Kuranı okuyup uygula mak Namaz ve oruç gibi farzları yerine getirip hırsızlık, içki, kumar, fuhuş gibi haramlardan kaçınmak.Güzel ahlak sahibi olup insanlara iyilik yapmak ve iyi davranmak demektir.
Kul hakkı: Maddi veya manevi olarak bir insanın hakkını üzerimize geçirmekle olur. En önemli özelliği, Allah kendi haklarından uygulanmayanları tövbe vb.yollarla affedebilir ama kul hakkını affetmez. Hatta kanlarıyla bü tün günahları yıkanan şehitlerin bile üzerlerindeki kul hakları affedilmez. Ayet ve hadisler, zerre kadar küçük bir kul hakkının bile mahşerde (çalanın boynunda ateşten zincir olarak) getirileceğini söyler.Kul hakkı iki kısım
1) Maddi kul hakkı: Bir insanın parasını veya malını izinsiz almak, çalmak demektir. Bunun affedilmesi için, alınan şeyin aynen iade edilmesi gerekir.Kaybolmuş veya kullanılmışsa değerinin ödenmesi gerekir. Sahibi bulunmazsa, aynısı veya bedeli yakınlarına verilir. Onlar da yoksa, fakirlere verilir, sahibi için dua edilir.
Affedilmesi için, bunlardan sonra en önemli şey, o kişiden veya yakınlarından helallik almak, özür dilemek tir. Bunlar yerine getirildiği halde, sahibi “Ben affetmiyorum!” dese bile, biz görevimizi yapmış oluruz. Bunu yaparken elbette onurumuz kırılabilir, ağırımıza gidebilir. Özellikle hırsızlık sebebiyle yüzümüz kızarabilir. An cak öbür dünyada daha ağır ceza görmekten, ateşlerde kızarmaktan daha iyidir.
Eğer bunlar uygulanmazsa, kul hakkı ödenmemiş olur ve ahirete kalır. Hesap gününde, mahkeme önünde Kul hakkının ödenme şekilleri şöyledir: Borçlunun sevapları, alacaklıya verilir. Eğer borcunu kapatmıyorsa,
alacaklının günahları borçluya yüklenir. Bu da borç açığını kapatmaya yetmezse, borçlunun iyi bir insan ol ması durumunda, Allah alacaklıya özel cennet nimetleri vermek suretiyle borçluyu affetmesini sağlayabilir. Eğer borçlu çok günahkar biriyse, ödenememiş kul hakları için ödeninceye kadar azab görebilir.
Milletin parasını hortumlayanlar, yolsuzluk yapanlar, helal olmayan yollarla elde ettikleri bütün parayı ay nen tekrar millete geri vermelidir. (Okul hastane yaptırma gibi) Ayrıca basın yayın yoluyla milletten özür dile meliler. Bunu yapmazlarsa, öbür dünyada, onca insana sevap yetiştirmeleri de, onların günahlarını yüklen meleri de imkansız olur.
2) Manevi kul hakkı: Bir insanın gıybetini (dedikodu) yapmak, iftira atmak, alay ve hakaret etmek, vurmak, küfretmek, söz veya davranışlarımızla bir şekilde kalbini kırmak gibi. Bunun affedilmesi için, mutlaka yüzüne karşı özür dileyip, helallik alınmalıdır. Bu yapılmazsa öbür dünyaya kalır ve yukarıdaki işlemler gerçekleşir

MASUMLARIN MUSİBETE UĞRAMASI

–gecenlerde esim bir konudan baya duygulanmis size açmami istiyor konuyu gecenlerde burda esim bir haber uzerine bir anne olarak cok etkilendi….ve,,, birtakim sorular sormaya sordu ama isin icinden cikamadi olay kisaca: burada sapik bir gurup (hedefil) subyancilar….parti kurmaya ve sapikliklarini yasallastirmaya calismislar anne olrak esim nerede ise aglayacakti cok sinirlendi cok hassas oldugu icin… esasen butun dunyadaki siddet olaylarina sapiklikra ve ozellikle insanin insana olan zulmune tahammul edemiyor ve kendini rahatlatamiyor o zaman bana sunu sordu: egerki bir insanin heleki bu masum bir cocuksa ve Allah tan başka o anda yardim edecek kimsesi yoksa neden Allah (c.c) onlari o anda kurtarmaz o masumlarin bu acilari cekmesindeki hikmet nedir? bunu anlayamadigini soyluyor tabiki Allahin merhameti tartisilamz diyor ..ama o halde Allah merhametini bu durumda nasil ifade ediyor? bilmek istiyor hocam bunlari o anda cok asiri duygusallikla dile getirdi hocam Allah tan onun hikmetini anlamasi icin dua etti,, bu konuda esime ne bakis acisi onerebilirsiniz hocam..

—-anlıyorum… burada uzun uzun yazmam zaman alabilir link-adres vereyim ve şöyle diyeyim… evet öncelikle şunu bilmekte fayda var
merhametli ve şefkatli olmak Rabbimizden gelen bir sıfatımız bu çok iyi bir duygu Rabbimiz sonsuz merhamet sahibi ve insanlara da vermiş merhamet … fakat o aynı zamanda diğer sıfatlara da sahip mesela hikmet sahibi de… ve onun yaratması hep güzeldir allah ya güzel yaratır doğrudan ya da neticesi itibariyle güzel olur bu sırrı yakaladınız mı çok sorun çözülür… bu cümle üzerinde durun ikiniz, aranızda konuşun
açın inceleyin örnekler bulun….
–tama hocam esim:hemen bu cumleye bir soru sordu… peki masum bir cocugun kotu emelli birinin kurbani olmasinin sonucundaki guzelligi nerde saklidir..
—-aynen böyle mi sordu
–evet hocam aynen boyle
—-valla bravo!.. siz ikiniz de ilim adamı oldunuz pardon biriniz ilim kadını
–estf.hocam
—-mükemmel bir soru ama… bak aslında cevabı bulmak üzere bir soru bu yani sorunuzun içinde cevap da saklı… demek ki allah ya doğrudan merhametiyle güzel yaratır iş yapar… ya da neticesi itibariyle güzellikler saklıdır, örneğin…
–birde hocam bu olaylar karsisinda Allah a olan sevgisinden dolayi KORKUYOR HADDINI ASMAKTAN..
—-tamam cevap buna da cevap olacak bir iki örnek veriyorum önemli bakış açısı kazandıracak bir örnek… ateş hayır mı şer mi
–kullanildigi amaca gore her ikiside diyor hocam
—-evet doğru… aslında allah ateşi hayrımıza vermiş denebilir di mi… güneş gibi güneş yakar çarpar çöl eder kavurur ama esasta o ısı ve ışık kaynağımız hayatımız dır… yağmur da öyle sel olur boğar belki ama hayatımız dır… aynı şekilde elektrik çarpar kömür eder ama onsuz olamaz
evet… demek ki Rabbimiz irade veriyor…. bu bıçak gbidir… bıçakla kurban keseriz ekmek keseriz ama insan katil de olabiliyor… işte rabbimiz insanlara cenneti kazansın diye verdiği bu irade bıçak gibi kötüye kullanılırsa insan sorumlu oluyor, bu allahın merhametsiz olduğu anlamına gelmiyor
ikincisi bir ayet var size bir musibet geldiği zaman sadece suçlu olanları almaz aynı zamanda masumları da alır diyor deprem olayı gibi nice yavru telef oldu tusunamide biliyorsunuz binlerce insan çürüdü
–evet hocam guzel bakis acisi
—-az evvel demiştik allah neticesi itibariyle hayır güzellik verir Şeytanı niçin yarattı izin veriyor gibi sorulara da bu açıdan bakabiliriz aynı şekilde
ölen masumlar şehit olurular cennete giderler kötüler de cezasını bulmuş olur telef olan malları sadaka yerine geçer, kötülere karşı allah sabırlıdır ve biz bir imtihandayız… diyelim ki… yani sehit mertebesi
–bu teselli verici olabilr diyor esim
—-evet doğru tesbit… şehit annelerini düşünün… felaketler sadece kötülere gelseydi o zaman imtihan sırrı bozulurdu
–yalniz bu imtihanimizi belki de ben tam cozemiyorum
—-evet şimdi şöyle diyeyim İMTİHAN SIRRI diye bir kavram var ayette musibet gelince masumları da alır allah diyor ve ölümü ve hayatı sizi sınamak için yarattık diyor
–ayet veya sure adi? not etmeliyim hemen..
—-Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi (hayatı) yaratan O’dur. O, güçlüdür, bağışlayandır. 67/2
Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder masumlara da ulaşır). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir. 8/25
–burada hocam mutabikiz fakat beni inciten ve beynimi yoran insanin masum ve savunmasiz baska bir insana yaptiklari karsisinda imtihanin hikmetini bilememem…
—-evet bunu da allahın diğer isimleriyle çözebilirsiniz 99 ismi her şeye cevap ve huzur verir …konuyu hatta masum bir bebegin veya kucuk cocugun halini dusunelim.. allahın 99 isminde sabır vardır, biz onun kadar sabredebilir miyiz, onun isminde müntakim vardır yani intikam alır zalimden öç alır biz onun kadar öç alamayız, aynı şekilde onun merhametli ismi vardır ondan fazla da merhametli olamayız, hikmetlerini anlamaya çalışır sonunda tevekkül ederiz.
–evet haklisiniz bisey sorayim musadenizle hocam? sorum su?yani kalbimin kaldiramadigi: kurban durumunda olan insan gercekte somut bir aci yasiyor degil mi?henuz yasamdaki imtihan hakkini doldurmamis bir kucuge tecavuz ediliyor mesela..ve cektigi gercek bir acidir( kendi duyularimizla algiladigimiz bu) bu durumda bana nasil bir bakis acisi onerebilirsiniz?
—-est… şehit olayına dikkat çekmiştik… şimdi biz ne görüyoruz, paramparça bir beden ve kanlar içinde bir asker diyelim
–evet..
—-oysa Allahın bakışında durum nasıldır ayeti hatırlamadınız mı hatta bunu gençler slogan yapar bağırırlar şehitler hakkında
–nasil? bilemiyorum… boyut otesi bir algilamadir sanirim… anliyoruz hocam evet..sehitler ölmez, dogrusu ben zaten olume yok olmak olarak bakmiyorum….
—-ayet bu aynen şöyle diyor bakın siz onları ölü zannedersiniz fakan onlar diridirler aynen böyle der peygamberimiz de şöyle buyurur şehitler sizin hiç akıl erdiremeyeceğiniz bir tarzda cennetin nimetleri içinde hayat sürerler ve şehitler arkadan ağlayanlara şöyle derler niye ağlyorsunuz biz burada cennet nimetleri içindeyiz derler… şimdi ölen masum çocuklar için de aynı şeyi niye düşünmeyelim ölen yavrular cennet kuşu olmuş uçarken zalimlerin hakkından Allah zaten gelecekken… değil mi
–cok haklisiniz ben de bu acidan bakmaktan baska bir yol goremiyorum ve anlamadigim veya aklimin ermedigi yerde sorup sorup sonra tekrar O’na yonelip hem af diliyorum hem tevekkul ediyorum…
—-size kısaca şimdilik güzel birkaç dosya hazırladım kapatınca burdan kalkınca beraber okursunuz olur mu
–ruhumuzun firtinalarini paylastiginiz icin tekrar saygilarimi ve selamlarimi iletiyorum….
—-est bir şey yapabildiysem aile mutlulğunuza katkım olsun isterim

————————————————————————————
BAŞKA BİR ARKADAŞ MEHDİLİK KONUSUNDA

“MEHDI AS. ISKENDER ALI EVRONOSOGLU HAZRETLERIDIR 1976 YILINDA ALLAH TARAFINDAN GÖREVLENDIRILMISTIR. DAHA DETAYLI BILGILER ICIN SITELERIMIZE TESRIF BUYRUN ”

–BU YAZI HAKINDA FIKRINIZI ÖGRENMEK ISTERIM YAZIYA SIZ NASIL BIR YAKLASIM SEGILERSINIZ BUNU BIR FORUMDA OKUDUM TANIDIGIM KADARIYLA FENA BIR FORUM DEGIL

—-Bu tarz konulara hiç ilgi duymadım desem bilmem cevap sayar mısınız?
Yani Bediuzzamanı ve Büyüklerimizi her mümin gibi severim ama onların bile böyle mehdilik gibi olaylarıyla ilgilenmedim. İnsan Peygamberimizi bile seviyorsa oturup ona ağıtlar yakmakla medhiyeler düzmekle onu memnun etmiş olamaz diye düşünüyorum.

Rabbim en iyi bilendir, dine hizmet eden bütün büyüklere saygı duymak gerekir bunu biliyorum ama bence kendi görevlerimizin neler olduğunu bilmek ve gerekeni yapmak daha öncelikli olmalıdır herhalde

Efendimize sormuşlar kıyamet ne zaman?
Cevap vermiş:
Sen kıyamet için ne hazırladın?

Öte yandan birisi benim büyüğüm müceddid mehdi der öbürü benimki der bu böyle inatlaşmaya varırsa müslümanlar arasında ihtilaf ve hasımlaşma bile başlayabilir bilirsiniz

İnsan kendi mesleğinin cemaatinin ve büyüğünün muhabbeti ile yaşayabilir ve bu denge sağlandığı sürece gerekli bile olabilir. Ama başka cemaatlerin prensiplerine ve büyüklerine söz söylemek herhalde doğru olmaz. Kendi büyüğüne cemaatine fazlaca muhabbet olabilir farklı olanlara buğzetmeden…

Meselenin diğer yönü de, bendeniz üç beş kitaptan bazı sayfalar okuyup yazan bunları aktaran biri olarak ne haddime ki, ülkemizde ve dünyanın değişik yerlerinde bulunan büyük zatları değerlendirmeye alabileyim.
Büyükleri anlamak hele hele kritik etmek için en azından o çapta büyümüş olmak gerekir. Denizin sahillerinde dizlerine kadar suya girebilen insanlar maalesef derinliklere girip çıkabilen büyük dalgıçları o büyük insanları ölçüp tartmaya çalışabiliyor. Eteklerde sürünenler zirvelerle boy ölçüşmeye kalkıyorlar.

Son olarak da Rabbimize ait hüküm kesip biçemeyiz ki… O sadece Peygamberleri görevlendirdiğini belirtir. Hoş hadisler her asırda müceddid geleceğinden hatta tartışılan bir konu olarak sahih hadislerde mesihin mehdinin geleceğinden bahsedilir. Ama bunun kim olduğunu ne zaman nerde olabileceğini önemlisi de gerçekten bir fert mi olacağını, fertse kim olacağını kim nerde ne zaman ne şekilde geleceğini bilebilir ki… Üstelik farklı ülkelerin ve farklı cemaatlerin farklı müceddidleri mehdileri olamaz mı? Her devrin her milletin farkı farklı deccalları olması gibi…

Karanlıkta hem de gözü kapalı döğüşmeyi istemem doğrusu. Doğrusunu Rabbim bilir der, içinde bulunduğum şartlarda ne gibi hizmetler bana terettüp ediyorsa onları yapmaya çalışırım. Bu gibi gayb yönü kuvvetli olan olaylara dalmanın doğru olmadığını objektif anlamda belirtirim. Hususi bir araya gelmelerde gönüldaşlar aynı yolun yolcuları varsın kendi büyük bildiklerinin özelliklerinden bahsetsinler. Bunun etkisiyle ve rüzgarıyla da saygı sevgi ve hizmetlerini bu vesile ile çoğaltsınlar. Takdir edilir.

Dini ölçüler aşılmadığı sürece büyüğün büyüklüğünü söylemenin mahzuru da olmaz yararından bile söz edilebilir. Ama bunu aleni tarzda umuma ilan ederek masumca yapmayı bile uygun bulmam şahsen.

Kaldı ki en büyük bu, başka büyük yok gibi hele hele buna el vermeyen bitmiştir, cahiliyedekiler gibi şeytana asker olmuştur, cehennemdedir gibi yaklaşımlar asla tasvib edilemez.

Tabi her inanan insanın sevmekte takdir etmekte daha çok bağlanmakta özgür olduğu konudur bu bence. Kim kimi isterse büyük tanıyabilir. Elverir ki kuran ve sünnet ölçüleri dairesinde olsun bu düşünce.

O dediğiniz şahsın inanın sadece ismini duydum hiç tanımıyorum.

Ne var ki tanımış olsaydım da yine değişen bir şey olmazdı benim açımdan. Çünkü kimseyi ölcçebilecek tartabilecek yorumlayabilecek, yerini belirleyebilecek yerde noktada görmüyorum asla kendimi… E tabi görenlere şaşmıyor da değilim.

Dolayısıyla kimseye bu değildir diyemediğim gibi budur da diyemiyorum.

Her cemaat mensubu hakkında olumlu düşünmenize yürekten katılıyorum.

selam ve hürmetlerimle…
————————————————————————-

BİR BAŞKA ARKADAŞ DİYALOG HAKKINDA

–size birsey soracaktim vaktiniz varsa benim dialog hakkinda pek bilgim yok birkac soru sorabilirmiyim
—-buyrun ama doğru bilgileri alabileceğiniz şu adresi kaydederseniz sevinirim http://gencadam.net/
–hristiyan ve yahudilerin dini aslini kaybetmis ve gecersiz bir dinse biz niye bunlarla dialoga girme ihtiyaci hissediyoruz
—-asliyetlerini bulsun diye aklıma geldi
–oyle bisi olamazki onlarin musluman olma riski kadar bizim genclerimizinde onlarin dinine gecme riski var
—-irade özgür tabi dinde zorlama yok
–iyide eger oyle birsey gerceklesirse bunu vebali bizede olmazmi durumda
—-benim bildiğim dini duyurma girişimlerinde bulunmamanın vebali var
–islamiyeti insanlar hergun duyuyor zaten dialog sadece gercek olanlar arasinda olmali yalan ve aslini kaybetmis bir dinle dialogu anlamiyorum hele onlar bu kadar musluman dusmani iken ve muslumanlara zulmederken
—-yorumunuzu sizin yorumunuz olarak saygı ile karşılayabiliyorum. ilavem şuna olabilir: İslamiyetin asliyetine gerçek boyutlarıyla temsil keyfiyetine uygun şekilde duyurulmadığını düşünüyorum… Ladinler falan… Bu asliyetini yaşayanlar oraya gitmelidir görüşündeyim. Öte yandan idare edenler vardır zalimler vardır, halk vardır masumlar vardır, zalimlere zulümle karşılık verilmez hele masumlar asla ihmal edilmez… denizleri kıtaları aşmış sahabei kiram ve ecdadımız… hristiyan dünyasından zaten tarih boyu hiç kopmamışız ki…. oralara gitmek tamam
–bu zaten cok oncden beri yapiliyo turk okullariyla ama dialog iste onu anlamak zor
—-İslam evrenseldir, evrensel boyutlarda temsil ister. Onu temsil edecek büyük kafalar ve hasbi yürekler çıkmamış zannederim. 3 asırlık serencamemiz malumdur. Büyük kafalara ulaşamayan evrenselleşememiş kafaların karşı cephe koyması normal geliyor bendenize. gençadam sitesini tavsiye ediyorum geniş bilgi bulabilirsiniz. Ayrıca şu yazıyı da okuyunuz

Hıristiyan ve Yahudileri dost edinmeyin

“Ey iman edenler hıristiyan ve yahudileri dost edinmeyin.” (5/51)

“Onlar (küffarın) bir lağv işiyle karşılaştıklarında izzetle geçip giderler.” (25/72)

Müfessirler buradaki lağv kelimesini küffarın bayram ve festivalleri olarak yorumlamışlardır. (Mücahid, İkrime, Dahhak…)

Fahri Razi’de; Onların hatalarına hiç aldırmama, destekçi ve alkışcı olmama ve hoşlanmama olarak yorumlanıyor. (1)

Rasul-i Ekrem Efendimiz de develerini “Bevata” deniler yerde kurban etmeye nezreden birine, orada bir put olup olmadığını, yahut müşriklerin kutlama yeri olup olmadığını sormuş, hayır denmesi üzerine nezrini yerine getirmesini söylemiştir. (Buhari, Müslim)

Bu sebepledir ki, Şeyhülislam İbn-i Teymiyye; küffarın bayramı ve özel günlerine katılma ve kutlamak şöyle dursun, o güne ait eşya ve yiyeceklerin satılmasının da caiz olmadığını belirtir. (2) (

Küffar ile hemhal olmak bizim kimliğimizi kaybetmemize sebep olur. Bu durum küffar ile uyumlu bir hayat için, onlara göre dini hayatımızı yorumlamaya veya bir takım zorlama açıklamalara uzlaşma adı altında itecektir.

Semure b. Cündeb’den Efendimiz (s.a.v.) buyurur: “Her kim bir müşrikle, beraber yaşar, birlikte olur, düşer kalkar (onun gidişat ve düşüncelerini benimser) ve onunla olmaktan hoşnut olursa o da onun gibi olur.” (Ebu Davud)

Kadı Iyaz: “Apaçık bir surette kafirlere mahsus bir eylemi işleyeni gördüğümüzde (zahiren) küfrüne hükmederiz.” der. Fakat Kadı Iyaz’ın bu fetvası her halde şeklen hüküm olsa gerektir. Çünkü böyle bir harekette aslolan te’vile medar olacak bir niyetin olup olmamasına bakmaktır.

İmam Rabbani bu konuda şöyle der: “İmanı olmasına rağmen bir şahıs küfür merasimini icra eder, küfür ehlinin merasimine de tazim eder, ulema dahi onun için, fiilleri dolayısı ile küfür hükmünü verir, mürtedlerden sayar. Durum böyle olunca onun ebedi cehennemlik olması lâzım gelir ki ulemanın fetvası gereği budur. Ancak sahih rivayetlerde gelmiştir ki -kalbinde zerre kadar imanı olan, ebedî azap görmez, ateşten çıkarılır.”

Bu hususta tahkikan derim ki:

– Eğer o kimse sırf kâfir ise, onun için daimi azab münasiptir. Allah ondan bizi korusun.

Bu küfür merasimlerini yapmasına rağmen, kalbinde zerre miktarı iman var ise, ateşte azap görür. Lâkin umulan odur ki; bu zerre kadar imanın bereketi ile, cehennemde ebedî kalmaktan kurtulur.

Bir keresinde bir hasta şahsın ziyaretine gittim. Ölüme yakındı. Haline teveccüh ettiğim zaman gördüm ki, kalbi şiddetli zulmetler içinde.. Her ne kadar bu zulmetin kalkması için, teveccüh ettiysem de olmadı. Çokca teveccühden sonra anlaşıldı ki, bu zulmetler, kendisinde saklı duran küfürden neş’et etmektedir. Bu sıkıntıların menşei dahi küfür ehli ile hemhal olup, dost geçinmesindendir. Bundan sonra malum oldu ki, bu zulmetlerin def’i için teveccüh nafile. Zirâ, onun bu zulmetten temizlenmesi cehennem azabına kalmıştır ki, küfrün cezası odur.

Bu arada şu da malum oldu ki; imandan bir zerre onu ebedî cehennem azabından kurtaracaktır. Bu dahi, o imanın bereketi ile olacaktır.

Bu durumu müşahede ettikten sonra hatırıma şöyle geldi:

– Bunun cenazesi kılınır mı? Yoksa kılınmaz mı? Bu teveccühten sonra zahir oldu ki: Onun namazını kılmak yerindedir.

Şu halde bu tip, ehl-i küfrün adet ve merasimlerini icra eden ve tazimde bulunan müslümanların durumu namazları kılınan diğer müslümanlara ait olup, onları küffar arasına katmak doğru olmaz.

Fakirin kanaatine göre, cehennem azabı, küfre ve küfür sıfatlarına mahsustur. İster bu ebedi azaba düçar olacak katıksız kafirde olsun, ister iman ehli olup küfür sıfatı sebebiyle müslümanda olsun. Çünkü diğer günahlarda şefaat, afv, dünya sıkıntıları, mihnetleri, ölüm şiddeti, kabir azabı, kıyamet sıkıntıları gibi cehennem azabına işi bırakmayacak keffaret sebepleri mevzubahistir.

“Cehennem azabı ile tehdit edilen küfür dışında ki günahlara gelince bunlar da küfür sıfatı şaibesinden uzak değildir. O kötülüğü hafife almak, küçük görmek aldırış etmemek şer’î emirleri hâkir görmek gibi…” (3)

Semure b. Cündeb’den rivayet edilen yukardaki hadis-i şerif, küffardan olan akrabayı ziyarete ve onlarla birlikte hemhal olmaksızın dünyevî muamelelere (alış-veriş gibi) mani değildir.

Ahmet b. Hanbel, “Zühd” kitabında İbn-i Diynar’dan rivayetle, Allahu Teala’nın, peygamberlerinden birine şöyle vahyettiğini anlatır: “Kavmine söyle düşmanlarımın girdikleri meclislere girmesinler, onların elbiselerini giymesinler, bindiklerine binmesinler yoksa onlar da düşmanlarım gibi olur.”

Alkamî, “Kevkeb-u Mürûrî’de der ki: ‘Bu hadis hasendir. Buna göre esir olsun harb halinde olsun müslümanın dinini ızhar edemediği yerden hicreti vaciptir.”

Taberânî’de Peygamberimiz (s.a.v.)’den rivayetle “Ben müşrikle hemhal olan her müslümandan beriyim.” buyurmuştur. İbn-i Teymiyye: “Zahirde benzemek, batında benzemeye delalet eder. Aynen batında küffara muhabbet ve onlarla hemhal olmak da zahirde ve ahlak da hatta akide de benzemeye götürecekdir.” der

–slm aleykum…burda benım anlamadığım bır konu var yanı hristiyan veya yahudilerle hiç bir şekilde konuşmicakmıyız veya bağlantımız olmıcakmı veya olmamalımı?bu konuda yardımcı olursanız sevinirim…

—-kardeşimiz hoşgeldiniz ve tebrik ve teşekkür ediyoruz. Bu konuya ilginizi yönelttiğiniz için…

Aşağıda zannederim sizi yeterince bilgilendirecek değerlendirme bulabileceksiniz.

SORU:

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.”(Maide,51)

Kur’an-ı Kerim , Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin derken , siz ise buna muhalif davranıyorsunuz?

CEVAB :

Kur’anın bu hükmüde, yine siyak ve sibak bütünlüğünde ele alınmadığında, yanlış anlam çıkarmalarda adetten olmakta ve sanki Kur’anı Kerim bütün Yahudi ve Hırsitiyanları dost edinmeyin şeklinde algılayanlar olabilmektedir.

Merhum Elmalı Hamdi Yazır bu Ayeti Kerime için bakın Tefsirinde ne diyor:

‘Yahudi ve hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onlara velî olmayınız değil, onları velî tutmayınız, itimat edip de yâr tanımayınız, yardaklık etmeyiniz. Velâyetlerine, hükümlerine yardımlarına müracaat etmek, mühim işlerin başına getirmek şöyle dursun, onlara gerçek bir dost gibi tam bir samimiyetle itimat edip de kendinizi kaptırmayınız. Özetle onları dost olur sanıp da yakın dostlarınız gibi sıkı fıkı beraberliklere dalmayınız, tuzaklarına düşmeyiniz, isteklerine iştirak etmeyiniz. Görülüyor ki ‘Yahudiler ve hıristiyanlara dostlar olmayınız’ buyurulmamış, ‘Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyiniz’ buyurulmuştur. Çünkü ‘Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez.’ (Mümtehine, 60/8 ) buyurulmuştur. Şu halde müminler yahudi ve hıristiyanlara iyilik etmekten,dostluk yapmaktan, onlara âmir olmaktan yasaklanmış ve men edilmiş değil, onları dost edinmekten, yardaklık etmekten yasaklanmışlardır.’

Yani özetle:

Görülüyor ki ‘Yahudiler ve hıristiyanlara dostlar olmayınız’ buyurulmamış, ‘Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyiniz’ buyurulmuştur.

‘Dost edinmek’ ile ‘Tebliğ niyetli dost olmak’ arasındaki Farka VURGU yapıyor,

1-) Haram olan ‘Dost edinmek’: Onlara her türlü sırrınızı paylaşmak, sıkı-fıkı bir ilişki içinde olmak, onlardan gelen her habere hemen itimat etmek ve onlara yardaklık etmek yasaklanırken,

2-) Helal olan ‘Dost olmak’: İslamı temsil ve tebliğ noktasında Diyalog kurmak, onlara adaletle hükmetmek, iyilik yapmak olarak sıralayabiliriz.

Şayet, bu hususu böyle anlamamış olursak, bazı Ayeti Kerimler arasında -haşa- çelişki meydana gelmiş olurki, bu ise Kur’ana değil, Diyalog karşıtı kardeşlerimize münhasır bir vasıftır:

Maide 5: ‘. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helal olduğu gibi,…………ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın, namuslu bir şekilde mehirlerini ödediğiniz takdirde, size helâldir.’

Yani, Ayeti Kerime ile, EHL-İ KİTAB tan kız almak ve onların yediğinden yemek yemek Helaldir. Şimdi şayet (Maide:51) de geçen Dost edinmeyi, Elmalı ve diğer tefsirciler gibi anlamaz ve HER KAFİRİ DÜŞMAN addedersek, o zaman Kuran-ı Kerim hem Kafir Ehl-i Kitabın kızını bir eş olarak almaya ruhsat verirken, hemde Düşman olmayı öğütlemiş olurki, o zaman -haşa-Kuranı çeliştirmiş oluruz.

Doğrusu tabiki Elmalı Hamdi Yazır’ın merhumun dediği gibidir.

Bediüzzaman Hazretleri , Kur’anda men edilen “Yahudi ve hristiyanlarla dost olmayın (Maide, 5/51) Ayeti Kerimesinin tefsirinde , “Delil, katiü’l-metin olduğu gibi katiü’d-delalet olmak gerektir,” diyerek, yahudiler ve hıristiyanlarla diyalog ve dostluk kurmanın yasak olduğuna dair delilin Kur’an’ın ayetleri gibi sağlam bir metne dayandırılmasına rağmen, kastedilen anlamın kesin olmadığını belirterek , Yahudi ve Hristiyanlarla dost olmaya men değil , tahrif olan yahudilik dini ile yine tahrif olan hristiyanlık dinine dost olmaya nehy olduğunu belirtmektedir. Şayet bu Ayeti Kerimeyi böyle bir anlam verilmemiş olunursa , yine Bediüzzamanın “Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!” ifadesinde dediği üzere , Ehl-i Kitab hanımları ile evlenmeye ruhsatı belirten (Maide .5/5 ) Ayeti ile çelişeceğine vurgu yapmaktadır. Çünkü , hem dost edinmeyin hemde Hanımları ile evlenmenizde bir sakınca olmaz anlayışı , Kur’anın siyak ve sibak bütünlüğünü zedelemektedir. Tefsirin devamında , Asr-ı Sadet döneminde, İslamın yeni nuzülü ile meydana gelen yeni bir Manevi inkılabat olduğundan, Sahabeyi Kiram bütün kıstaslarını bu noktadan yapmaktalardı , ve bu Din noktasında muhabbet veya düşmanlık beslerlerdi . Buna istinaden , Asrı Saadet döneminde gayri müslimlere muhabbette bir nifak endişesi vardı . Ancak , günümüzde yaşanana inkılabat manevi değil bir nevi medeni ve dünyevi bir inkılabat olduğundan , kıstas olarak medeniyeti nazara almak esastır. Zaten , gayri müslimlerin çoğu da dinlerine bağlı olmadıklarından , onlarla dost olmak , hem medeniyet ve gelişmişlikleri noktasına hemde Dünyevi Barış ve Huzurun temini içindir. Bundan dolayı , Kur’andaki nehiy bunun kesinlikle kapsamamaktadır ! (Münazarat, Sayfa 71)

Ayrıca diyebilirizki , Hıristiyan ve Yahudilerle Dost olmayı nehy , tümü ile dost olmayı nehy şeklinde algılayanlar , Kur’anın şu Ayetlerini görmemezlikten geldiklerine üzülerek şahit olmaktayız :

Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz.” (Mümtehine, 8,)

“Zulmedenleri hariç, ehl-i kitap ile en güzel olan şeklin dışında bir tarzda mücadele etmeyin ve onlara şöyle deyin: “Biz, hem bize indirilen kitaba, hem size indirilen kitaba iman ettik. Bizim İlah’ımız da sizin İlah’ınız da bir ve aynı İlah’tır ve biz O’na gönülden teslim olduk.” (Ankebut, 46)

De ki: “Ey ehl-i kitap, sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp da, kimimiz kimimizi rabler de edinmesin.” (Âl-i İmrân, 64)

http://www.gencadam.net/content/view/119/57/
———————————————–

-bir kaç şy sorcam ben mesela herşey de bir hayır vardır cümlesine çok inanıyorum gerçekten de herşeyde bir hayır varmıdır yoksa bu benim dilime dolanmış bir lafmıdır yani ben gerçekten herşyde bir hayır vardır cümlesini mi yoksa bu cümlenin güzelliğini seviyorum güzelliğini mi seviyorum biraz karısık old galiba
—yok çok güzel ifade ettiniz kardeşim ve ayrıca çok harika bir soru çıkardınız. Çoğu insanın kayıp veya kazanç noktası burası gibi aslında Bu söz resmen bir dünya görüşü ve hayata bakıştır ancak bilgi ile ve kuran ve hadis kaynaklı bilimsel ölçülerle bakılarak yanlış analmaya da meydan vermemek lazım ala gördüğüm kadarıyla siz iyi bir anlamda kullanmışsınız bunu temel öz şu esas konunun ana fikri şudur her şeyi allah yaratmıştır ve Allah yarattığı her şeye bir anlam mana amaç ve hikmetler takmıştır bizim çirkin kötü gördüğümüz şeylerde bile bir rahmet ve güzellik yönü vardır eğer kötülük günah çirkinlik şer psikolojik sorunlar vs ortaya çıkıyorsa bu allahın bizzat yaratmasından değil bizim irademizle öyle yaratmasına sebebiyet vermemizdendir…
yani biz var edilen şeylerdeki hayrı kaçırıyoruz nefsimiz kaprislerimiz araya giriyor şer tarafına çekiyoruz o güzel hayırlı eşyayı varlığı veya olayı sonuçta kötü sonuçla karşılaşıyoruz
ayet der ki Allahı değil kendinizi kınayın yani hayrı görememiş nefsinizle hayır olabilecek bir şeyi şer haline kendiniz getirmişsiniz…
– çok güzel anlattınız ağzınıza sağlık çok güzel konusuyorsunuz keşke siizn gibi bir din öğretmenim olsaydı
—est… rabbimin hayrıdır ne gelirse bizde diken… o almış gül takmış..
-ben birde su olaya çok inanırım mesela benim param kayboldu 3 gün sonra buldum diyelim helal paraymış derler ben buna inanırım eğer bulunmazsada haram paraymış derim bu sizce doğrumu yoksa hurafe mi
– burç fal hurafe dosyamıza da bakabilirsiniz… şöyle özetlersem bildiğim kadarıyla konuyu zannederim siz yerine oturtacaksınız kaybedilen mal para eşya sahibi aranır verilir bulunmazsa güvenilir ellere muhtaçlara ulaştırılır ama bulan son derece muhtaç durumdaysa kullanabilir tabi vicdanı rahatsız olursa daha güz .. ama ihtiyacı olduğu için kullanabilir bir de öğrenciler için bir ruhsat var bulduğunu ilmine kitap defterine yatırabilir… bunun dışındakiler… bulduğu parayı sahibini bulamıyorsa muhtaç olanlara vermelidir… kaybedenin sevabı namına… Hoş çalmamıştır sahibi belli değildir ama bu yol açılırsa herkees buldum diye bir kılıf uydurmaya çalışabilir zaten devlet malı bugün deniz gibi bulan bulana…
-anladım ama ben sadece kendi kaybettiğim paradan bahsediyorum yani benim dediğim gibi bir şey söz konusu olabilr mi bulursan paranı helalmış bulamazsan harammış
—bulamazsa haram anlamı çıkar ki mantık yanlış olur di mi yok hepimiz çalışıp kazandığımız malı mülkü kaybedebiliriz iflas olabilir bir felakette gidebilir insanız yani… böyle bir çıkarsama doğru değil…
haram kazanç yolları bellidir di mi hırsızlık çeşitleri rüşvet kumar vb
-anladım… peki böyle bir durumda çıkacağı varmış demek n derece doğru olabilir ben genellikle söylerim
—hah şunu diyebilirim bak kardeşim yukarda dedin ya vardır bunda bir hayır bunun dini bir temeli var di mi az anlattık rabbimizin hikmetleri var deriz tevekkül ederiz psikolojik rahatlama olur insanda ölen yakınının cennete uçtuğunu düşünen insan gibi.. bunlar poliyannacılık değil kuran hadislerin gerçekleridir bu yüce ezeli değerlere sahip olmayanlar polyanna desteğine ihtiyaç duyabilir…
Ve insanlar kendilerince bazen dini konuları uyarlayarak atasözü haline getirirler kimilerinde evet çarpıklık hurafe olabilir ama adam çıkacağı varmış inşallah muhtaç birinin eline geçmiştir de bir yararı olur paramın diye mi düşünsün.. tuuuuh paramı ktaybettim mahvoldum bulanın boğazına tıkılsın inşallah mı desin… böyle bir moral ve tevekkül yaklaşımı güzel yani…
-Anladım geçenlerde bizim işyerinde bi abi müştirinin arabasını çekerken ufak bir kaza oldu taksici bunu kullandığı arabaya vurdu buda taksiciyi gönderdi ben kednim halladerim yaptırım misali kendisi 5o ytl ye yaptıracaktı cila fln çekip üstüne bişiler yapcaktı arabanın sahibi komple değişecek dedi adamın 50 milyon diye düşündüğü şey ona 600 milyona patladı benimlede konustu da bende çıkacağı varmış demekki abi vardır bir hayır dedim oda hep çıkıyo zaten bi gelmiyo dedi benim burdaki yaklaşımım nasıl sizce
— tabi olumlu bakışla olumsuz bakış iki örneği sunulmuş gibi… tabi bu arada.. şu ince noktayı da atlamamak lazım kuru kadercilik ve yanlış tevekkülcülük tedbirlerimizi almadan veya gerekli kurallarına uygun düşünüp taşınmadan başımıza gelen her şeye de bunda bir hayır vardır demek asılnda işi kadere havale edip yaptığımız hatayı kamufle etmek, bir ders çıkarmamak gibi bir durumu da ortaya çıkarabilir… Evet her şeyde hayır vardır deriz deriz adam der ki ne hayrı kardeşim burda anamız ağlıyor… böyle deyince de Rabbimize karşı hoş olmayan düşünceler dile getirilmeye başlar bak ayet ne güzel özetler konuyu ey habibim gerekeni yap azmet uğraş sonra tevekkül et yani bundaki hayrı allahdan bekle vardır bunda hayır de… bu konuya da dikkatini çekmek isterim… o arkadaş hata yapmış taksiciyi göndermekle, yarı yarıya paylaşabilirlerdi di mi
-ewet aslında polis çağırsaydı polis arkadan vurduğu için taksiciye fazla ceza verebilrdi
—yani.. burda kulun ihmali söz konusu o arkadaş için değil sadece hepimiz için geçerli… hayır aramalı ve hayır ummalı
-haklısınız teşekkür ederim gecenin bir yarısı bu engin bilgileri benimle paylaştığınız için allah razı olsun
keşke sizinle sürekli irtibat halinde olsak msn de güzel yazıyorsunuz sizi birde canlı canlı dinlemeyi çok isterdim nasipse oda olur
— teşekkür ederim güzel sözlerin için Rabbim gönlünü ve hayatını hep güzel eylesin .. evet nasip

-inaşşalh peki hocam ben şöyele birşey düşünüoyrum yüce rabbim kullarına bu dünyada istediklerini vermeden onun canını almaz doğru olma ihtimali böle bir şeyle allahın işine karışmak gibi birşey söz konusu olabilr mi inşallah değildir
— bu da diğer sorular gibi çok yönü olan bir konu… doğruluk payı olan yönü de var yanlış anlaşılabilecek yönü de… Doğru olan kuşkusuz fatiha süresinde geçtiği gibi ihdinassıratalmüstakim dosdoğru olanı allahın razı olduğunu kurandan hadislerden ve bunlar temel alınarak hazırlanan kıtaplardan alimlerimizden öğrenebiliyoruz
sözün doğru yönü var ayette belirtildiği gibi ister hayrı ister şerri kim neyi ister peşine düşerse biz onu ona bu dünyada da veririz orda da der…
efendimiz de yapın edin çalışın işleyin herkes hangi yola girmişse o yolun sonucuna ulaşacaktır..
Meselenin diğer yönü ise kuşkusuz hepimiz biliriz ki hiç kimse tamamen birer duygu ve düşünce hayal ve arzu olarak istediği şeyleri fani dünyada tam elde edemez, sonsuz gençlik isteriz ama ölüm dur der
sağlık isteriz gelip yakamıza yapışır hep bahar olmaz güneş bazen saklanır deprem sel savaş vb felaketler hep üzer aile sorunları yaşanır maddi sıkıntılar vs…
-yani istediğimiz işde en iyi olmak için biz sadece çalışalım ve gayret göstereli yüce rabbim elbet o girdiğimiz işde bizi iyi bir yerlere getirir
— ama bir diğer yanı da var ki…. demiştim bakın bu yönü siz anlattınız bir açıdan evet buna benzer şeyler söylebiliriz son olarak güzel bir cümle aklıma geldi bakın dünyada güneş doğma yağmur yağma kanunu ne ise içtenlikle sistemli azimli çalışan inançsız da olsa peşin olarak dünyada bazı sonuçlara başarılara ulaşır… nitekim allah inananların yardımcısıdır ayet bu ama bugün neden ameraki avrupa japonya vs ilerde.. sebebi Allahın değer verdiği kurallara çalışmaya önem verdikleir için
-anladım iman gücü olmayanlar bile zafere ulaşabiliyo ne kadar güzel bir şey imanlı ve inançlı olmak
—ya ya evet bir de inançlı olursa ekstra güç demektir ya bu iki dünya saadeti demek yani
-neyse hocam size doyum olmaz bu engin bilgilerinizi daha çok sömürecem haberiniz olsun hayırlı geceler
— est.. size de hayırlı geceler
———————————-

-benim kafama bi soru takilmisti hani tesbihat yapilirken dua ediliyor ya bazi yerlerde niye eller asagiya dogru cevriliyo
— bu Peygamber Efendimizin bir uygulamasıdır ondan yağmur duası istedikleri olurdu rahmet isterken ellerini yukarı doğru çeviriyordu bela ve musibet gönderme derken de aşaıya doğru çevriiyordu yani rahmet bereket üzerimize gelsin bela ve musibetler yere toprağa geçsin anlamında…
-ben duydum ki bi namazin sünneti 100 sehid sevabiymis dogrumu
— bir namazın sünneti… tam böyle duymadım doğrusu çünkü şehitlik makamı ulaşılması zor bir makam ayette Peygamberlerden ve sıddıklardan sonra şehitler sıralanır ve ölüm tadmazlar bir bakıma kuran hayattadırlar der bilirsiniz ama öbür taraftan peygamberimizin sözleri de var mesela sabah namazındaki sevabı bilseydiniz bütün işlerinizi bırakır sürünerek de olsa onu kılmaya giderdiniz der bir de şöyle bakabiliriz olaya
bazen insan öyle bir iki rekat namaz kılar ki ruhuyla kalbiyle aklıyla bütün hissiyatıyla… yani tam konsantre olarak derin bir ihlas ve samimiyet içinde yakarış içinde.. o kıldığı iki rekat namaz devleşir zirveleşir adeta şehitlerle boy ölçüşebilecek hale geliverir… bunun bir örneği de bilirsiniz üç ıhlas okuyana hatim sevabı denir
-hmm duymustum
—burda da üç ihlası derin ihlas içinde okumakla insana hatim gibi sevap verilebileceği şeklinde anlaşılabılır..

– benim bir soru olacakti egr bir insanin babasi hakkini sana helal etmiyora acik acik da söylüyorsa sen napcaksin
—soru belli ama detaysız konu nedir ona göre bir şey denebilir doğrudan evet hayır demek zor
-aslinda pek dicek bir sey kiz la baba pek anlasamiyorlar kiz aslinda babasina karsi kötü birseylerde yapmiyor misal: anne den izin cikiyor baba dan deyil, kiz gidiyor babasi kiziyor sonra:hakkimi sana helal etmiyorum diyor halbuki gitdiyi yer ya tanidiklari arkadaslari ya da dedesi gil
—anlıyorum… evlat olarak ayetin dediği gibi o kişi iyi davranmaya devam eder baba ne kadar hakkım helal olmasa dese de tabi ki kızının niyeti ve davranışı esastır
-zaten o hep öyle de ama helal etmiyorsa ozaman gercekte de ahiret gününde ceza cekermiyiz
—-evlat olarak ayetin dediği gibi o kişi iyi davranmaya devam eder baba ne kadar hakkım helal olmasa dese de… ahırette allahın ölçülerine uyup uymama söz konusudur daima… anne baba da olsa allahın ölçülerine göre davranmıyorsa babanın annenin hakkı değil allahın hakkı daima önce gelir evladın yapacağı, kötü bile olsa anne baba, daima mürüvvetle iyilikle davranmaktır gerisini rabbimiz marhematiyle halleder… Ama öte yanda şu da unutulmamalı, kuranın beyanına göre anne baba inançsız bile olsalar annelik babalık hakkı olarak onlara iyi muamele etmek gerekir, Allahın emirlerine ters isteklerine boyun eğmemekle birlikte…
-simdi cim rahatladi icim* sagol

-sıze bır sey sormak ıstıyor m gıybet konusunda gıybet hakkında az cok bılgım var ama acaba ben kendı ıcımden yanı kımseye soylemeden yapıyorummu yapıyorum mu bu da gıybet mı cevabınızı beklıyor m
—meseleyi üç açıdan ele alabiliriz birincisi gıybet dinimizin insanı koruma altına alma adına müstesna bir yaklaşım biçimidir malum dinimiz insanın malını canını namusunu koruma altına alır izzetini ve onurunu insan alarak muhafaza eder. Gıybet bu yönüyle insana değer verme adına önemli bir yasak alan oluyor
İkincisi gıybetin açtığı yaraların büyüklüğünü kuran ölü etini yemeye benzetmekle psikolojik bir uzaklaşma meydana gelmesine yol açar
üçüncüsü gıybet doğrudan iki insanı veya fazla insanın bir diğeri hakkında hoşlanmayacağı şekilde onda olan konularda bahisler açmasıdır… Onda bulunmayan şeyleri konuşması ise gıybet artı iftira durumuna geçer ki çift boyutlu günah olur bunun dışında kişinin kendi içinde biri hakkında olumsuz düşünmesi gıybet olmaz
çünkü dışarda somut bir suç oluşmamış kimseye kötü teşvik yapmamıştır, ama bilirsiniz mümin dışıyla içiyle temiz güzel insandır ve dinimizin hüsnü zan emri vardır
-evet
—biriyle olumsuz duygu ve düşüncenizi paylaşmanız otomatik olarak gıybet olur hüsnü zan kardeşin hakkında olumlu güzel düşünmek demektir, arapça kelime anlamı aklıda kalamayabiliyor… Peygamberimiz buna güzel bir ilke getirmiştir kendi için istediğini başkası için de istemedikçe gerçek imana ermiş olamazsın diye..
ayet der ki şeytan aranıza fitne düşmanlık sokmak ister aklıınıza biri hakkında olumlu düşünce gelince hemen onun olumlu yanlarını da düşünmeye çalışın bu da peygamebrimizin tavsiyesidir
gıybet manevi kul hakkı yerine geçer ki o kişiden mutlaka özür dilenmeli hakkında konuştum hakkını helal et deyip allaha da tevba istiğfar etmeli ki öbür aleme kalmasın… doğruluk payı var ilave edilecek bir yanı da var maddi kul hakkı para mal almakla izinsiz çalmak veya bunun için onu ödemeli geri vermeli o yoksa akrabasına vermeli helallik olmalı manevi kul hakkı da gıybet iftira kalp kırma gibi durumlarda olur buunun silinmesi için de o kişiden hayatta iken helallik almalıdır. Öldüyse mümin ise ardından dua etmelidir manevi kul hakkı da gıybet iftira kalp kırma gibi durumlarda olur… Öbür tarafa gidilince karşı karşıya getirir Allah. Borçlunun sevapları ona verilir yetmezse alacaklının günahları borçluya yüklenir… İflas edecek duruma gelebilir az sevaplı insan. Tabi bu arada Çok iyi müminlerin iyilikler yapmış müminlerin bu tür kul haklarını ALlah alacaklayı rahmetinden ekstra ödüller vererek affetmesini da sağlayabilir.
-ya dun dusmeden kul akkıyla ılgılı bı sey yazıyodunuz ama gıttıgı ıcın duyamadım
—hatırladım gıybetin manevi kul hakkına girdiğini özetle belirtmiştim. yani maddi olanı para mal almaksa kul hakkı olur öte yandan da iftira mesela gıybet ve özellikle kalp kırma alay etme vb. kişiliği zedeleyici davranışlar da bir çeşit kul hakkıdır ki özür dilenmeli helallik alınmalıdır.
-özellikle günümüzde in8sanlar şu çok çirkın şu çok güzel vs diyor sızce insanın dış görünüşü mü önemli yoksa düşüncesi mi
—bir hadis var duymuşsunuzdur allah insanların dış görünüşüne değil içine kalplerine ve yaptıkları amellerine bakar diye… bu hadis çok güzel bakış açısı oluşturur bir ayette var ayrıca allah katında sizin en değerliniz hüsnü kabul göreniniz beğenileniniz allaha takva ile yakın olanınızdır… allah katında elbiselerin en güzeli takva elbisesidir demek ki iç güzelliği esas Allahın hoşuna giden iç güzelliği ama öte yandan bir hadis şöyle der allah kulunun üzerinde nimetlerini görmek ister bunu sever diğer hadiste allah güzeldir güzelliği sever ve dini güzel göstermek tanıtmak için mümin israfa lükse kaçmadan özentiye taklide falan temiz iyi giyinip müslümanlığın nezafetini estetiğini göstermelidir bu sevaptır..

-aklıma bı baska konu daha geldı bız oldugumuzde sorguya cekılecez ya dılımız olacak yanı arapçamı konusacaz yoksa şu an konuştugumuz dılı türkcemı konusacaz sadece merak ettım
— insanın beyninde her türlü lisana uygun yapı bulunduğundan söz edilir araştırmak lazım bilmeden konuşmak da olmaz ama bilirsiniz ufak yaşlarda bir iki üç dil bile öğrenebiliyor insan böyle bir rivayet var cenent dili arapça olacak diye ama aslını allah bilir orada sebepler olmadığı kudret ve ruh hakim olduğu ve beyin tam kapasite çalıştığı için sanırım ne anlaşmada ne ifadede ne dil konusunda bir zorluk yaşanmayacak çok açık bir bilgi yok açıkçası…
————————————————————–

-CHAT YAPMAK GÜNAH MI
–yazı yazmayı Rabbimiz emrediyor ilk sürede bilirsiniz ikra!” oku der ve sonra kalemle yazmayı öğretti Rabbin der…
-EVT YANI DEVAMI…
–:yani yazı yazmak allahın emri olduğuna göre günah olması şöyle dursun gerekli anlamına gelir bu… hangi isim altında olursa olsun ister kalemle kurşun kalemle ister mürekkepli kalemle ister mors alfabesiyle ister suda yazanıyla ister uzay kalemleriyle veya daktilo veya klavye tuşlarıyla hepsi aynı sevap hanesine yazılır hatta her harfe onlarca sevap bile yazılır… chat yapmayanlar çatlasın bence…
-CIDDIMISINIZ SASIRDIM DOGRUSU BU CEVABA
— neden ki
-PEKI YA NASIL DESEM YA SU AN SIZLE DINI KONULARDA SOHBET EDEYORUZ YANI BILGI ALIŞ_VERİŞİ DIYELIM
YA HANI ARKADASLIK KONUSUNDA CHAT YAPANLAR YA DA CHAT YAPARKEN SOYLENEN YALANLARNE BILEYIM
— hacılara derler ki hacdan geldin bak artık ağzına içki koymayacaksın, yalan söylemeyeceksin, namazını kılacaksın, terazi tutmayacaksın, davranışlarına dikkat edeceksin vs… buna ilginç bir cevap verilir şöyle:
ya kardeşim bu dediklerin hacdan önce da zaten farz vacip değil mi ya da günah olan hacdan önce günah değil mi? bu da öyle bir konu tv gibi internet gibi bir nimettir klavye kalemi de öyle bu nimeti hayır istikametinde kullanan sevap kazanır kötü kullanan da günah kazanır bu aracı… günah her yerde her araçla günahtır
-SIMDI CEVABI ALDIM TSK EDERIM
———————————-

-hocam ben ………. da üniversitede okuyorum sınıf 3… ama bir sorum olacak ben okulu bırakmak istiyorum
—sizi tanımıyorum tam ama bu cümle içimi acıttı biliyor musunuz
-neden hocam
—okulu bırakmak üzer ama her insanı
-ama hocam biliyorsunuz bir bayanın okuması bu şartlarda uygun değilmiş dinen
—bir dakika konuyu anlıyorum sanırım… meseleye birden girmek doğru değil… ailenizi anlatır mısınız… bu konuda yaklaşımı nedir?
-Ailem…….. hocamız var bir de burada… hocamla derinlemesine konuştum bana hizmet etmenin haram yolla olmayacağını söyledi bir bayanın hizmeti evinde eşine ve çocukarına ve kadınlara olduğunu söyledi
—anlıyorum bir iki cümle yazabilir miyim izin verirseniz
-est buyurun
—tm… şimdi genel anlamda dini konulara bir yaklaşım vardır icma-i ümmet bilirsiniz topluca alimlerin bir konuda oy birliği yapmasıdır bir de alimlerden bazılarına göre farklı ictihadlar vardır
ve önemlisi ictihadların bir dini konudaki hüküm vermenin asırlara çağlara yıllara şartlara göre belli biçim ve renk kazanması vardır Bu dediğiniz konu genel anlamıyla evet hak neticeye hak vesilelerle ulaşılır konusu helale haramla değil helalle gidilir bu tesettür konusunda da saygı duyabileceğimiz büyükler farklı düşünebilir ama bu arada peygamberimize dinin tedrici gelmesi olayını düşünmek gerekiyor ve günümüzde iman kurtarma hizmetinin baş amel olduğu hesaba katılmalıdır
-ama hocam müsadenizle birşey sormak istiyorum üstadımızın lemaat çiçeklerinde de bahsettiği gibi kadınları yuvalarından çıkmış hak tecelli etmesi için kadınların yuvalarına geri dönmesi gerekiyor diyor ee üstadımız bu ahir zamana hitap etmiş bi müfessir değil mi
—bilirsiniz kurana bütünlük içinde bakılmalı bazı ayetleri alıp bazılarını görmeden hüküm vermemeli.. hadislere de öyle… bunun gibi eserleri de bütünlük içinde bir çağ eseri bir misyon hareketi olarak bakarak ele alırsak bazı konular daha iyi yerine oturur diye düşünüyorum
ayet “ve karne fi büyütikünne” der evlerinizde oturun, oturun da boş boş oturun değil ki bu… Aişe annemiz resmen bir ilim kadını hadis profesörü sayılır ve kadınlar ilim almak için mescide geliyorlardı. Hatta erkekler de… Hoş o annemizdi.. Herkesin annesi idi ayetin ifadesiyle… Ama Annemiz titiz davranıyordu… ve Yine annemiz ilim öğretmekten geri durmuyordu…
Sokaktaki afişlerdeki, renkli camlardaki tv, cd vs eğlence yerlerindeki ve tabi tüm dünyadaki kadınlar iman temelleri üzerine oturmadan nasıl evlerinde oturabilecekler? Ve Üstadın dediğine dikkat ediniz, evlerine geri dönmeleri diyor… Nasıl dönecekler söyler misiniz? Kim döndürecek? Döndürülebilecekler mi? Evlerine döndürme şuuru nasıl verilecek dışarıdakilere… Ya da acaba dışarıda olanlar madem dışarıda olacaklar hiç olmazsa inançlı ibadetli iyilik düşünen ve yapan hanfendiler olarak bulunsunlar gibi bir yaklaşım söz konusu olamaz mı? İçkiyi bırakması gereken binlerce erkek sokak aralarında barlarda değil mi Allah aşkına! Onlarında evlerinde oturmaları gerekmiyor mu günahları terk etmeleri için. Yoksa günah evde de otururken işlenemez mi?… İçerde dışarıda… İnsanın içinin aydınlanması mı önemli acaba? Ve demek ki Onlar yapamıyorlarsa siz bilinçliler yapacaksınız, ilim öğrenip hak yolunda evde nasıl oturulur çocuklara hemcinslere çevreye hizmet edilir onu öğreteceksiniz… Kim tutacak yoksa ellerinden!
-ee hocam Kuranda kadınların hiçbir şekilde tesettürlerini çıkarmamaları emrediyor… kusura bakmayın
—rica ederim rahat konuşabilirsiniz, yukarda az bahsettim. ayrıca kuranın ayetlerinde kadının fitneye sebep vermesi temel espri olarak ele alınmaktadır mesela bir ayette cahiliye kadınları gibi saçılıp dökülmeyin der peygamberimizin hanımlarına der ki sesinizi öyle edalı yapmayın kalbinde arzu bulunanların ilgisini çeker. Yani bu emir örtülü olsun olmasın her Müslüman kadını ilgilendirmez mi? Sadece başlarını örtünenler erkekleri tahrik edici şekilde yürümesinler konuşmasınlar denebilir mi? Kaldı ki günümüzde moda adı altında tesettüre girenler de eleştirilmiyor değil… Dar giyenler pantolonlular vücutları belli olan tesettürlüler… Yüzde makyajlar.. Ruhun ve gerçek kişiliğin aynası olan yüzün ortalara ayna belki vitrin olması…. Ayet örtünün derken zinet yerlerinin belli olmamasından söz ediyor… Sahi yüz zinet yeri mi değil mi? Kulak küpe alıyor örtünmeli mi; eee! buruna da hızma takılabiliyor, kirpiklere de rimel?… Bir de kaşlarla oynamalar var… Ve zülfiyar!…
Özür dilerim ama acaba zinet yerleri belli olan tesettürlü ile tesettürsüz arası nasıl bir fark kalıyor? tabi konumuz değil… ve çok su götüreceği de belli…
Şimdi oturup bunları mı tartışalım?.. Tusunami vurmuş ülkelerde bahsedilir, yeni buluğa ermiş kız çocukları pazarlanıyor diye… Çoğu okuyucu diyecek ki oralara gitmeye ne gerek var çevremizde olan biten şeyler…
Bu temel konu kavranırsa bu durumda olmayan bir müslüman kızın tamamen allaha hizmet amaçlı geçici zorunlu şartlar altında mesela peruk kullanarak bir şapka takarak bu yangında dayanması yangınlardaki genç kızları kurtarma adına atılması büyük mücahidelik sevabı kazandırır diye düşünürüm
-hocam çok haklısınız sizinle aynı düşünceleri paylaşıyorum
—bir şey diyim mi
-buyrun
—yurt içinde yurt dışında öğretmenlik görevi alan yakınım var birisi böyle bir durum sebebiyle ağlayınca ben ona aynı şeyi dedim: amacında O var mı O?… Onun için yanarsan o seni asla yandırmaz… istemeden yapmak zorunda kaldıklarını seyyiat diye değil hasenat diye de yazdırır
-hocam yakın çevrem eskilerden ama bu konuya sizin baktığınz gibi bakmıyor fetva bir kere verilmiş tesettür farzdır hizmet için açılır yada hizmet için kapatılır diye birşey yoktur hizmet yapmak istiyorsan ilk önce hizmet yapman gerekiyor diyor yani hizmet kendini yetiştirmek sonra boşalmak diyor
-evet kişisel müslümanca düşünce ve tutumlar allah için olduğu sürece kimse şöyle düşün o yanlış diyemez ama biliyorsunuz bu bir cemaat ve evrensel bir misyon işidir kişisellik ötesi evrensel boyutlarda dünya hizmetidir
dinimizi erkeklere mi götüreceğiz sadece yoksa dünyada suistimal edilen kızlar kitlesine de ulaştıracak mıyız, erkeklerin batırdığı kızların kalplerini kurtarma adına bence hizmet eden samimi kızlarımızın üniversite bitirmesi ve zaten serbestlik içinde okumak isteyen yakın ve duyarlı kızlarımıza sahip çıkmsık ayrı bir vecibe gibidir… e tabi evimde oturarak hizmet etmek istiyorum diyene saygı duymamak da mümkün değildir, sonuçta ameller niyetlere göredir Allah kalplere bakarak değerlendirecektir
-hocam peki bi sorum olacak
—buyrun
-kendini yetiştiren bi kızın hizmet etmesi mümkün değil mi illa elinde bi diplama olması mı gerek
—kesinlikle mümkün… Fatihin anası ne kadar kitap okumuştu bilmiyoruz ama O Fatihin anasıydı… Çok büyüklerin anaları da diplomalı elit değillerdi… Ama her biri çağlarının günlerinin şartlarına göre verilmesi gerekeni hassasiyetle şuurla vermesini biliyordu… Yukarda dedim genel bir duruş vardır bir de özel duruş ben sizi genel bakılan kızlar kitlesi içinde görmedim özel yetiştirilmesi ve hazırlanması kitlelere liderlik yapması düşünülen özel hizmet eden kızlar kategorisinde düşündüm bu yüzden size böyle yaklaşım oluştu sanırım… Yani her kızımızın yapısı durumu ne ise ona göre de kuşkusuz istişarelerle bir strateji belirlemeli… bir de 3 sene gibi bir avantajın bırakılması bence hiç hoş değil çevreniz 3 yıl okumanıza nasıl izin verdi bu durumda
-çevrem zaten izin verdi her zaman kararıma saygılı
—buna sevindim bakın çevreniz de yarı evrensel düşünceliymiş
-ama okuma tarattarı değil bana soracak olursan okuma ama okumak istiyorsan okuturum diyor
—bu güzel düğüm sizde çözülecek demek ki… bizim foruma girdiniz mi
-girdim hocam zaten size ordan ulaştım
—evet orda tesettür dosyamızı inceleme fırsatı bulabildiniz mi
-yok hocam daha incelemedim
— burdan ayrılınca onu mutlaka iyice incelemenizi öneriyorum
-ya hocam oku diye okumuyorum yada okuyorum değil ben dinimi yaşamak hem de hizmet etmek istiyorum
—son cümleniz hem okumak hem dini yaşamak isteğiniz tam böyle amaç esas zaten
-okula gittiğimiz zaman orada hiçbir hizmet yapma olasılığımız olmuyor sınıfımıza hala ulaşamadık sohbetlerimizi hala tam oturtamadık ben ciddi olsam onlar olmuyor belki ve yine sadece orda boşu boşuna harama girmiş oluyoruz hocam
—evet bu harika haber hizmet etme arzunuzdan söz ediyorsunuz sohbetleri oturtmaktan bahsediyorsunuz bakın endişenizi dile getiriyorsunuz bence böyle düşünmeye devam arayışa devam siz böyle kaldığınız sürece zaten hizmet ediyor sevabı kazanıyorsunuz ameller niyetlere göre ayrıca bilirsiniz hazırlanıyorsunuz abdest alıyorsunuz ve oturup namazı bekliyorsunuz ya da adımlarla camiye gidiliyor bunlar namaz olarak değerlendirilir siz gelecekte yapacağınız hizmetlere hazırlandığınız ve şu halinizle de bir şeyler yapma arayışı içinde olduğunuza göre inşallah zaten hizmet sevabı kazanıyorsunuz… gelecekte yapacaksınız, yapacaklarınızı rabbim önünüze kapılar açacaktır buna emin olunuz.. hadis der ki amel edin herkes amelinin sonucuna ulaşacaktır…
-soğolun hocam zamanınızı aldım kusura bakmayın ama hala aklım karışık malesef
—ne demek! istediğiniz zaman istediğiniz kadar zaman size feda olsun güzel kardeşim siz sabırlı olun bence bu durumunuz normaldir yazıyı buradan okuyabilirsiniz bu adreste başörtüsü meselesi bir üniversiteli kızımızın gözyaşları ile başlıyor (inceleme dosyalarından başörtü dosyası)
-inş okuyup size kararımı yazarım Allah razı olsun teşekkürler

20.Ağustos.2006

-hocam hocalarımla görüştüm hepsi kızdı bana kararımdan dolayı ve bana yanacaksın senin ışığınla başkaları hayat bulacak işte fedakarlık bu dediler
—tabi hocalarımıza saygı duyarız… Allah için verilen kararlarda isabet edenlere iki sevap verilir hata yapanlara da bir sevap verilir… ben okuman gerektiği düşüncemi koruyorum öte yandan güzel demişler evet yanacağız itfaiye memuru gibi ateşlere koşarken ama başkalarını kurtaracağız Ebu bekir ne demişti vücudumu o kadar geniş yap ki ya rabbi cehennemi doldurayım üstadımız ne demişti evladımın imanı kurtulsun cehennem alevleri içinde yanmaya razıyım bu bakış anlayış meselesi kimseyi kınayamayız
-haklısınız hocam teşekkürler ben yoluma devam ediyorum ama her zaman bu istikrarımı korumam için neler önerirsiniz bana hatta daha fazlasını yapabilmek için
-sevindim… est… sizler daha iyi bilirsiniz… bence birinci olarak bu aşk ve heyecanını rabbe hizmet aşk ve iştiyakını hep korumalısınız ikincisi aşk ve heyecan dolu gül kokulu arkadaşlarınızın gül bahçelerinden asla ayrı uzak kalmamalısınız yani sürdekli aktiviteler içinde ne yapabiliyorsanız bir kişiyi alın bir hafta bir ay bir yıl on yıl onunla ilgilenin bu bile sizi cennet yolunda koşturabilir öyle peygamber gelmiş ki ömür boyu bir iki kişi ile uğraşmış sadece
-Allah razı olsun hocam rabbime her zaman bana bi kapı açmasını ve o kapıya göre şekillenmeyi istemiştim belki açılan kapım sizin kapınız oldu
—est..benim ihtiyacım varmış ki sizin gibi aşk şevk samimiyet ihlas ve hizmet aşkı ile yanan biriyle beni de ateşliyor şevk veriyor… rabbim isteyene verir… men talebe ve cedde vecede risalede geçer bu evet müstesna bir mesaj veriyor kim ister arzu ile yanar peşine koşarsa… hayır olsun şer olsun… ona mutlaka ulaşır
başka ayette siz allaha karşı saygılı olun yani ondan irtibatınızı koparmayın o size bilmediğiniz kapılar açar der
-hocam bilgisizliğim beni bu kararsızlığa itti sadece nedeni cahillik
—est… bazen bildiğimiz şeylerde tereddüde düşebiliyoruz ve birinin bizi ikna etmesine ihtiyaç duyuyoruz ebu bekirler ömerler bile gelip basit gibi görülen konularda efendimizde sorar yüreklenmek isterlerdi
-haklısınz hocam her zaman sizi rahatsız edebilir miyim bu konularda
— est… bin kez… rica ederim… bir nebzecik faydam dokunabilecekse belki günahlarımın affı ümidi belirir içimde… sizlerin gelmesi benim için bayram oluyor
-bilirsiniz aile belki şefkatli davranıp çoğu şeyleri anlatmıyorlar yada biz onlardan feyiz alamayabiliyoruz
oyüzden sizin gibi dışardan bilgili insanlara ihtiyacım oluyor
—çok iyi anlıyorum ve güzel ifade ettiniz şefkat bazen hikmetli gerçeği görmeye engel olabiliyor her insanın yaşadığı daireler ayrı olabiliyor ve insan içinde bulunduğu dairenin onu belki iyi niyetle onu meşgul etmesi sonucu diğer dairelere bakışı uzanamayabiliyor özellikle çok çarpıklığın yaşandığı çağımızda… aile kendi dairesinden gözlüğünden bakınca objektif evrensel küresel bakamayabiliyor olaylara.. onları anlayıp gönüllerini alıp büyük düşünebilmek, büyük adımlara yönelmek çağımızın cemaat hizmetinin gereği..
-evet dilinizden sanki bal damlıyor hocam
—kovan sizlerde sanırım
-rabbim süngülediğim kapıları tekrar sizinle açtı inş aşkla şevkle devam ederim
—Rabbim gönlünüze bakıyor kalbinize nazar ediyor yollarınızı açıyor sanırım biz kömürcüler bir elmas gösterebildiysek!
————————————————————————

13.11.2006

-Abi dün bi konu?ma geçtide senden cevap bekliyorum ……depremlerle ilgili hocanın biri vaazında depremi Allah bize ders olarak verir demiş. tabi bizim tayfada inanmıyor buna …güya depremi Allah yapmazmş. deprem doğa kanunuymuş.haşa Allah katilmiymiş de o kadar masum insanda ölüyormuş, bunu cevaplar misin???

—Olaya çok farklı pencerelerden bakılırsa anlaşılabilir ve insanın aklı ikna olabilir kalbi de itminana erebilir huzur bulabilir. Tek pencereden bakmakla gerçekten kimi insanlar imtihanı bile kaybedebilir.

Öncelikle her olayı varlığı eşyayı Allahın yarattığı konusu ön plana çıkarılmalıdır Sonra da Allahın yaratırken bir kısım hikmetleri olduğunu düşünmek gerekir. Bunlardan bir tanesi sebeplerin Allahın icraatına perde olması bir diğeri de imtihan dünyasında yaşamış olmamız Bir sebep iyi insanların kötü insanların kötüye gidişlerine ses çıkarmamalarıüzerlerine düşen uyarma ve tebliğ görevini hakkıyla yerine getirmemeleridir Bir başka sebep de bu kabil doğa olaylarıyla insanlara ibret dersi vermiş olmasıdır.

Öncelikle Cenabı hak zaten MUHYİ can veren ismine sahip ve de MÜMİT öldüren ismine sahip bunu kim durduracak ki!… Ama ecel denilen sebeple ama yaşlılık denilen sebeple ama trafik kazası ile ama hastalıktan ama depremle sel yangın fırtına vb afetle ama şundan ama bundan… zaten hepsini Allah irade buyurur yaratır. Bu sebepler gibi Azrail de bir sebeptir.

Allah ayette belirtildiği gibi sebeplerle iş yapar doğa kanunlarına Allahın koyduğu sünnetullah denir, bir çeşit Allahın imtihan dünyasındaki kanuni uygulaması anlamındadır bu Bu imtihanın sonucu olarak masumlarla kötüler bir arada gider birilerinin canları şehid olarak değerlendirilir malları sadaka olur, öbürleri de orada cezalarını esas görürler.

Yani güneş de bir vesile sebep değil midir ama kimi insanları ateşiyle yakar öldürür, yağmur duası yapar insanlar ve hayattır su ama kimi zaman insanları sel olur boğar götürür, elektrik de bir nimet olarak hayatın temeli durumunda değil midir, ama o da çarpar insanı kömüre çevirir, insanların ürettikleri teknoloji araçlar trafik kazaları acaba doğal afetlerle ölen insanların sayısının yanında çok mu azdır… aradaki fark bu kabil kazalara insan iradesinin sebep olara kgirmesi, zelzele de doğrudan insan iradesi dışında bir doğa olayının Allah tarafından gerçekleştirilmesidir

Yani düşününüz zelzele yer katmanlarındaki bir faaliyet sonucu fay kırılmasıyla gerçekleşiyor ve 6-7-8 şiddetlerinde yıkıcı hale gelebiliyor. Kimlere? İradesini kötü kullananlara!… Japonlar acaba iradesini nasıl kullanmışlar bu sebepler ve imtihan dünyasında?… Demek ki Allah Japonları illa da ben zelzele ile öldüreceğim demiyor. Her tarafta sallanma oluyor Müslümanlar neden ölüyor da Japonlar ölmüyor, yoksa Allah kuranda Allah inananların dostudur derken doğru mu söylemiyor haya? Yada innasın inanmasın dünyadaki kanunlarına uygun hareket edenlere adaleti gereği karşılığını mı veriyor.

Öte yandan ayetin belirttiği gibi öyle bir fitneden musibetten beladan sakının ki geldiğinde masumları ayırmaz herkese gelir buyurur. Zelzeleye önlem alan milletleri Allah inanmasa da kanunlara riayet ettikleri için öldürmez, hem tebliğ görevini yapmayan hem de doğa kanunlarına uygun hareket etmeyen zelzeleye uygun binalar inşa etmeyen Müslüman da olsa insanları öldürür. Bu öldürür kavramı bir katilin bir insanı öldürmesi anlamına alınmaması gerektiği açıktır, ayette o diriltir o öldürür der.

İnsan Allahın gazabından fazla gazap Allahın merhametinden fazla merhamet gösterebilir mi? Bir düşünelim yani? Yani cehennem bizim istediğimizi oraya atalım cennet de bizim dilediğimizi oraya dolduralım diyemediğimiz gibi, insanların başlarına gelen zahiri perdelere olaylara ölümlere bakarak Allah hakkında merhametlii merhametsiz hükmüne varmak insanın en azından haddini aşmasıdır ve öte yandan çok dar görüşle bakmasıdır.

Benim rahmetim gadabımı geçmiştir buyurur ve O kullarını sürekli ikaz eder ayetlerde ikaz ettiği gibi. Kuran kitabıyla uyardığı kullarına merhametiyle: bir çobanın uçurum kenarına doğru yaklaşmakta olan sürüden bir iki koyuna sopa sallayarak taş atarak uyarması hani bir kulak tutarak şımarmada haddini aşan bir öğrenciyi uyarma gibi, onun onların hayrına uyarılar olarak görülmelidir bu tür felaketler bir yönüyle..

Çünkü az zarar çok zarara tercih edilir daima, dünyada bir miktar mal gitmiştir bir kol ber ayak verilmiştir belki de can verilmiştir ama ebedi hayat adına ciddi bir uyarı alınmış insanlar kendilerine çeki düzen vermeye çalışmış kötülüklere karşı duyarlı olmaya başlamışlardır diye düşünülmelidir. Bu sebeple bir musibet bin nasihattan üstündür denmiştir. Doktor hemşire iğne vurur acı verir ama daha feci olumsuz sağlık problemlerinden de kurtarmış olur. Bunun gibi…

Birebir sorunuza yönelecek olursam ayette belirtildiği gibi bir yaprak düşmez ki Rabbimizin ilmi iradesi ve halketmesi-yaratması dahilinde olmasın. Bütün maddi sebepler doğa kanunları Rabbimizin azametine perde olarak konmuş, insanlar akıllarıyla onlara yönelsin medeniyetler kursunlar diye konmuş ve önemlisi ayan beyan Rabbimizi ve icraatını görmeden imtihanla gabya iman olayı gerçekleşsin diye konmuştur.

Bir hoca olarak insanların akıllarını tatmin etmeden yukarda bir nebze de olsa farklı yönleriyle sunmaya çalıştığım gibi Rabbimizi tam tanıtmadan zelzele konusunda umuma bu tarz konuşmak da sakıncalı olabilir tabi, inancı oturmamış insanları red etme Allah hakkında yanlış yargıya varma durumuna düşürebilir.

Öte yandan Allah hakkında konuşurken insan da dikkatli olmalı, mahalle muhtarının icraatından bahsetmiyoruz, canımızı veren kainata hayat veren evrenleri Kudret elinde tesbih tanesi gibi evirip çeviren bu dünyayı kuran bunun gibisini tekrar kurabileceğini gösteren sonsuz kudreti olan Rabbimizden söz ediyoruz. Ne hakla ve yetkiyle hangi akıl ve bilgi ile kainatta olan biten olayları Allah ile madde arasında paylaştırıyoruz ki! Eskiiiiiiden tanrılar arasında kainattaki olayların paylaştırılması adeta yunan Tanrılarına yüklenmesi gibi…Yani masum çocuklar ölüyor diye zelzele olayını yer altı fay tanrısına mı(!) vereceğiz?

Her şeyi Rabbimize vereceğiz ama hikmetleriyle perde arkası anlamlarıyla bakarak ve önemlisi kendi olumsuz davranışlarımızı ve sorumluluğumuzu da nazara vererek?

İnsan Dua etmesini Rabbi anmasını unutur hale gelmiştir ve bu tarz durumlarda ciddi dua ile buruk kalbe Allaha dönüş yapma fırsatını iyi değerlendirmek ve hem dini hem insani görevlerimize sarılmak gerekmektedir. Bilimler yoluyla zelzeleye karşı tedbir almak da güneşe karşı şemsiye ve klima kullanmaktan, sel için mazgallar kanallar oluşturmaktan farksız bir olaydır…
——————————————————

-Namaz kılanlarla ilgili hem namaz kılıyorlar hem şu şu günahları işliyorlar diye konuşma geçti bende dedim ki o zaman namazı dosdoğru kılmıyorlardır ya namazlarında ya abdestlerinde hata vardır dedim.. hepsinin mi hata var abdestinde? diyorlar…

—Hatalı olmaması önemli değil ki hatalı haliyle kapıdan dönülmemesi önemli ve de elinden geldiğince o hataların düzeltilmeye çalışılması. Yani bir öğretmen ödevinin bir tarafında bir hata yaptı diye bütün ödevi yırtıp atar mı? Yüzde bir sivilce var diye bütün insan yüzünden vazgeçilir mi? Hani bir sepette bir çürük var diye tamamına aynı muamele yapılır mı? Bunu Rabbimiz yapar mı? Bilakis dağlar azametinde günahlarla kapısına gelen herkesi affedeceğini defalarca ayetlerde belirtmekte hadisi şerifler bunlara tercüman olmaktadır.

Rabbimizin ahlakı şudur. Hasenatının seyyiatına üstün gelmesi noktasına bakar. Ve Rahmetiyle de şunu ilave eder: Bazen bir hasenatını binler sevap veriverir ve bazen de bir hasenatıyla yüzler seyyiatına siliverir ötesinde seyyiatını hasenata çeviriverir.

Namaz kılanların kusurlarını görmek araştırmak insanın kendi kusurlarını görememesine yol açabilir. Ve insan başkasının kusurlarını görmekle değil kendi kusurlarını görmekle ve Rabbinden özür dilemekle Allah katında makbul insan durumuna gelir.

İki insan vardır ikisi de hatalıdır şu şu günahları işliyorlardır. Ama birisinin bir farkı vardır. Namaz da kılıyordur. Hangisi olmalı insan? Keşke ikisi de olmasa ve sadece hayırlı işleri hasenatları iyilikleri yapsa namazını tam dediğiniz gibi kemaline uygun kılsa en ufak günaha girmese… Ama giriyor…Ne yapsın? O günahı işlediği için namazını da terk etsin?
Yani tartışılır oruç tutmuyorsan teravihe gelemezsin. Yahu cami senin mi, o insanı sen mi affedeceksin, cennetin cehennemin tapusu mu var elinde, insanları namazlı namazsız kusurlu kusursuz diye ayırıyorsun denir ona.

Ayet der ki namaz her türlü kötülükten alıkoyar. Ciddi anlamda Allah ile tam münasebet kurmaya çalışan insan Allaha saygılı olan insan evet doğru… Allah bazen doğruları doğru olmayanlara da söyletebilir, doğrudur, namaz kılan insan kemaliyle kılmalı küçük günahlardan bile kaçınmalıdır. Ama bir hatası var diye meziyetlerini de terk et demek ne din ile ne akılla ne ilimle ne insanlıkla telif edilebilir açıklanabilir. Olumluyu terk et çalışması yerine olumsuzu terk et çalışması tavsiyesi uğraşı verilmelidir.

Bu arada iman temel, ibadetler binanın sütunları gibidir, haramlardan günahlardan kaçınma da
Duvarları çatısı gibidir ki binan güzel ahlak ile tezyin edilmiş dekore edilmiş gibi olur. Sağlam inanç yoksa sütunlar duvarlar sallantıda demektir. İbadet yoksa günahtan kaçma yoksa çatısız bir bina gibi her zaman o temel de çürüyebilir zayıflayabilir demektir.

Sorunuza dönecek olursam iki tarafın sözünde de hakikat payı olmakla birlikte esas olan ayetin ifade ettiği gibi önce kendimize bakmak ama gerekli yerde kardeşçe hata yapanları usulünce uyarmak ve ibadetlerimizi asla terk etmeden hatalarımızdan uzaklaşmaya çalışmaktır.
———————————————————-

3- Bide ben efendimizin hadisi şerifini söyledim hani efendimiz ashabına diyorya “şu suda günde beş defa yıkansanız üzerinizde kir kalırmı? diye namazda öyle kötülükleri siler diye bi hadisi varya efendimizin.. yok efendim Kuranda yazıyomuymuş, hadisler Kuranda geçmez ki dimi abi..Ne malummuş efendimizin dediği belki uydurmaymış? …

Evet o hadisi şeriftir ve namazın maddi manevi kirleri temizleme konusundaki hususiyetini çok veciz şekilde dile getirmektedir. Yani afedersiniz… Bu hadisin ortaya koyduğu bu sonucu, muhalfarz bu hadisi şerif uydurma bile olsa insanın görmemesi mümkün müdür? Hata ederek namaz kılanların bulunabileceğini hesaba katarak fakat namaz kılan insanların insanların malına canına kanına ırzına saygılı oldukları bir vakıa değil midir? Yani kaç camiye polis baskın yapıp suçlu aramıştır? Ama bakıyorsunuz polisler nerelere baskınlar gerçekleşiyor ve kimbilir arka sokaklarda neler olup bitiyor!!!

Tabi konu esas hadisi şerifin gerçek olup olmaması. Kuranda bulunanın bize yeterli görülmesi hadislerle hareket edilmemesi gibi bugün modernist görünen bazı ilim çevrelerinin söylemleri. Hadislerdir ifadeleri günümüzün çağdaş(!) anlayışına ters düşüyorsa bit yeniği sözüm ona bu çağdaş çarpık yaşam şeklinde aranmaz da ne hikmetse hadislerde aranır ya reddedilir ya uydurma veya zayıf denir ya da olabildiğince çağın anlayışına uyarlanmaya çalışılır.
————————————————————
4- Bi de tarikatlar cemaatler bunlar tarikatları aczimendilerle karıştırıyorlar. o Fadime şahin için “hepsi parayla tutulan adamlar” filan dedim beni kandırmışlar dai onlar tarikatın içindelermi de falanda filanda ay delircem yaa ! ya abi bunların kalpleri kitlenmiş, tarikat ve cemaatten olanları düşman görüyolar ….

Bu son sorunuzda farklı pencerelerden bakalım isterseniz. Evet yukardaki musibetler olayını hatırlayalım ve namazı ne kadar doğru kıldığımızı sorgulayalım. Ne kadar kurana sahip çıktığımıza bakalım. Müslümanlığın güzelliklerini çevremize insanlara ne kadar çaba ile duyurduğumuzu, muhabbetle hoşgörü ile yaklaşarak insanlara Allahımızı sevdirme Peygamberimizi sevdirme ve ölüm sonrası hayat konusunda bilinçlendirme ve dünyadaki insanlığa güzellikleri ulaştırma yolunda ne kadar çaba içinde olduğumuzu sorgulayalım.

Bir söz vardır arap atasözü: Bir vadide aslan olmayınca tilki gelir orada kral kesilir.
Biz dinimizin güzelliklerini güzelliğine yaraşır şekilde hem öğrenmediğimiz hem yaşamadığımız ve hem de güzelliğine uygun temsil edip duyurmadığımız için maalesef çoğu inanç ve ibadet konularında çevremizde bu tarz zafiyet örneklerini müşahede ediyoruz.

Rabbimiz Peygamber gönderip insanları irşad etmeden aydınlatmadan sorumlu tutmamış azab göndermemiştir. Bizler de bu manadan hareketle öncelikle bilgilenmeli yaşamalı ve sonra yöntemiyle çevremize bunları ulaştırma yollarını araştırmalıyız.

Basın yayın öylesine menfi propoganda yapıyor ki ciddi dini bilgisi olmayan kitlelerin bu tarz bakış açısına sahip olmalarına şaşırmamak gerekiyor. Sizin gördüğünüzü göremeyen insanlara yepyeni bir çift göz takma durumunda olduğunuzu düşünün bir göz cerrahı gibi… Bir de içte göz takma durumu varsa varın hesap edin.

Hak ve hakikatı duyurmak bir farz bir vazifedir fakat onu tekniğine uygun ulaştırmak da ayrı bir vazifedir. Görüştüğünüz kimselerin sizden büyük olması, kültürleri, yetişme tarzları hep hesaba katılarak hareket edilmelidir. Hele anlatılan anne baba abi amca gibi akraba büyükleri ise kimse küçüğünden nasihat almak istemeyecektir ve en büyük elmas hakikatlarınıza değersiz nazarıyla bakılabilecektir. Bir de öfke ile tepkisel davranarak küserek uzaklaşarak hakaret edilerek suçlanarak bunlar yapılıyorsa hepten dinimize karşı husumeti körüklemekten başka iş yapmış olmayacağız. Bu tür insanlara kendi akranları veya büyükleri özellikle ilim sahibi değer verilen kimseler olabilecektir. Siz çoğu yerde münakaşaya girme tarzında hareket ederseniz, sizin dinlemeyecekler size verecekleri cevalara, köşeye sıkıştırıcı sorulara ve konuşmalarınızdaki açıklara yoğunlaşacaklardır ve tabi büyüklüklerini kullanarak sizi susturabileceklerdir. Siz davranışlarınızla olumlu hareketlerinizle esas anlatacaksınız sözlerinizden çok ve içlerinde bir imrenme uyanmalarını sabırla bekleyeceksiniz. Er geç sizdeki bir tür değişimin sebebini sorup öğrenmek isteyecekler kendileri açılabileceklerdir.

Tarafların detaylı kimlik ve kişilik bilgilerini bilemediğimizden bu tarz genel bir açıklama olmuştur. Bütün Peygamberler hep güzele tercüman olmuş önce kendileri yaşamış ve sonra sabırla en uygun durumlarla anlatmaya çalışmışlardır. Altta vereceğim site adresleri size sorduğunuz sorular ve benzerleri konusunda son derece yararlı olacaktır.

İçiniz güzellikle dolsun güzelliklerinizi çevrenize güzel yollarla ulaştırın ve çevrenize de güzellik dolsun inşallah…

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın